23 Eylül 2010

yemek zevki

dün ekşi'de dilli kaşarlı tostun içinde, gerçekten dil olduğunu öğrenenlerin yaygarasını okuyordum. ne sanmıştınız ki, diye sormak isterim. biri de yazmış ki "işte nerden aklımıza gelsin, kadın budunun, hanım göbeğinin, dilber dudağının içinde gerçekten but, göbek ve dudak mı var". ben de o zaman bu kadın uzuvlarından yapılan yemeklerin isimlerine karşılık olsun hem de biraz toplumsal cinsiyet olsun diye, "sultan siki"ni örnek vereyim. efendim bu naçizane isme sahip yemek, kadıköy'deki yılların esnaf lokantısı çiya'nın menüsünde gayet var. bu güzide lokantımızın sitesini ziyaret edip, linkleri karıştırırsanız karşınıza çıkıveriyor. içindekileri saymayayım yalnız. sitede yazıyor zaten. süprüz olsun.

maksat yemek kültürünüzü genişletmek tabi.

14 Eylül 2010

yalnızlık bir tercih meselesiyken zorunluluk halini alıyorsa, tuna kiremitçi gibi oturup bu işte bir yanlışlık var başlığını atıp, (bak başlığa lafım sadece, kitap hakkında en ufak fikrim yok) düşünce ve hissiyatımı iliklerime kadar zorlamalıymışım gibi bi düşünceye kapılıyorum. sonra bunun gereksiz başlıklar altında, gereksizce kendini tüketmekten başka bir halta yaramadığı fikrine varıp, amaan deyip kapatıyorum. kendilerini hayatları içinde, başlıklara, ana fikirlere ve kategorizasyonlara sokan, parçalayan, birleştiren insanları olağan bir ilgiyle izlesem de zaman zaman klişelerin ve kendi yaptığımın klişesiyle de bulanıyor zihnim. hayat tüm basitliği ile orada duruyor ama bir türlü birbirimize kaynayamıyormuşuz gibi çoğu zaman. dün gazetede avustralya'da ki yaşlı bir adamın, sarp kayalıklardan ibaret koya bakan evinden, oraya intihar teşebbüsünde bulunmaya gelenleri, nasıl ikna ettiğini anlatan bir yazı okudum. sayısını hatırlamıyorum, ama etkileneceğiniz miktarda insanı kayalıklarda paramparça bir sondan kurtarmış. "önce izliyorum insanları, sonra manzara karşısında gereğinden fazla zaman geçirince anlıyorum ki niyeti bozmuş, yanlarına gidip önce bir çay ikram ediyorum, sonra da ısrar ve ikna" diye anlatıyordu. aslında bu kadar basit her şey, bir bardak çay ve dinlemek, hayata devam etmenin sırrı.

aslında şu sıralar, istesem de yalnız kalamadığım bir dönemdeyim ve kardeşim ve kuzenimle şen dullar gibi şeniz. pek inandırıcı bir cümle değil şimdi yukarıdan sonra  ama öyle cidden. geziyoruz, yemek yapıyoruz, apaçi dans müzikleri eşliğinde zıplıyoruz evet biraz gerzeğiz ama keyfimiz yerinde, tüm keşkelerimiz uzak. bu gün eski bir not defterimde alamet-i farikam haline gelmiş resimlerimin birinin altına yazılmış 3 madde gözüme ilişti:
1.tuvalete git.
2.çöpleri boşalt.
3.kitabını bitir.

keşke tarih ya da kitabın ne olduğunu belirtseymişim, neymiş bu kadar beni sıkan  ve aslında emir kipinden zerre hoşlanmam.

cheers.

3 Eylül 2010

çevremdekilerin en verimli yazlarını yaşayıp bitirdikleri şu dönemde televizyon karşısında forbes'un dünyanın 20 en zenginini anlatan programı dinleyip, kendimi burada ifade etmeye çalışıyorum. life is funny. züğürt olsam duyduklarım karşısında dibim düşebilirdi o ayrı. ama bence karma diye bir şey var ve sonunda kazanan ben olacağım.  sağa sola cv gönderip kabul edildiğim halde gitmemek gibi bi alışkanlık edindim. sanırım kendimce bir özgüven patlamasını deniyorum ama sıçacam hissediyorum (big smayli bro).

donald trump dünyanın en zengin 5. adamı olabilir ama dünyanın en berbat saçına sahip 1 numarası olduğu kesin. paranla rezil oluyorsun trump, erol amcamın peruğundan yollicam sana. ( special laughs go to tire swing, the fool and y)