16 Haziran 2010

vu vu vu

şu an evin holünde bir adet VUVUZELA duruyor. ailecek ıslık, şakşak, küfür gibi repertuvarımıza bir de bunu ekleyelim dedik. tabiki ben almadım vuvuzelayı. yani eve pekçok saçma sapan şey getirebilirim ama bildiğin osuruk sesi çıkaran bi alet getirmek bunların arasında yer almaz. kendisini babam bakkalda görmüş, beğenmiş, hacı bunu bizim çocuklara bi götüreyim de çalsın, oynasın garibanlar demiş. ödünç alınmış bir vuvuzelamız var, hayat dadından yinmiyor, bildiğiniz gibi değil. alet tükürükle boğulmadan önce hepimizin ağzından geçti, ciğerlerimizden hönkürürcesine çıkarttığımız o nefesi, ince uzun gövdesinde tattı. ama bi halta benzemiyor kendisi. bir de üstünde kulağa doğru üflenmemesini gösteren bir uyarı var. HAHA demek isterim burdan yani. çünkü öyle ne kadar derinden, hisli hisli üfleseniz de belli bi sesin üzerine çıkamıyorsunuz. yani o statlarda duyulan vuvuvuvu şeklinde uzaklardan gelen dev arı familyası sesini biz yakalayamadık. bildiğin zarrt diye bir ses çıkıyor hatta zarrt, zortun yanında başarılı sayılabilir. aletin sırrı bence sayın siyahi adamların nefesinde sanırsam. bir de yüzlerce kişinin bunu üflemesi. bir de öyle devamlı üflenecek bir çalgı değil. daha doğrusu bunu 5 dakika devamlı üflemeye çalışmak akıl karı bir iş değil. ben 10 defa üfledikten sonra kendimi afrika steplerinde, zürafalar falan arasında gördüm. bir yerde 10,000 adam gücündeki vuvuzelanın sesinin 1000 filin doğurma çığlıklarına benzediğini okumuş idim. adamlardaki benzetmeye bak lan, 1000 filin doğum sancısı falan diyor, bizimkiler kovan uğultusu, arı zırıltısı derken. işte coğrafya farkı dedikleri  bu olsa gerek. ama bence vuvuzela sesi nedir diye, uzun tasvirlere gerek yok: bu sıcakta şöyle 1 tabak kurufasulye yedikten sonra, gözlerinizi kapayın, totonuzun sesine kulak verin, uruguay-güney afrika maçı ambiyansını yakalayacaksınız...

15 Haziran 2010

başlıksız yarim

ayrılıktan zor belleme ölümü diye haykırasım var, neden mi, çünkü yarın kedimden ayrılıyorum ve nerdeyse ülke çapında genel yas ilan edecek bir duygusallığım var. kendimi, yıllarca çocuk esirgeme kurumlarını aşındırmış sonrasında tam çocuğa kavuşmuşken, biyolojik annenin ortaya çıktığı ve filmin içine ettiği, müzmin kadın gibi hissediyorum. biyolojik anne benim versiyonumda babaya karşılık geliyor ya da ben tüm benliğimle hayatımı yeşilçama çevirmek istiyorum, bir kediden bile ayrılamıyorum a.k.

postu kedi hegamonyasından kurtarma babında, sinop seyahatimi açayım biraz. efendim bu cuma akşamı, sinop gerze'ye doğru yola çıkıyorum. okulum bünyesinde "sinop kendini keşfet projesi"ne başvurdum ve kabul edildim. proje ismen çok kaybetse de bence( mesele kendimiz değil, çocuklar olmalı bence) içeriği gerze'de bir köy okulunun öğrencileri ile biraraya gelip, onlarla çeşitli sosyal etkinliklerde bulunmak, projeler yapmak. şimdiye kadar hep ofis ortamında sürdürdüğüm stk kariyerimi sahaya taşımak nasip oldu nihayet. hayatımda ilk kez karadeniz'e gideceğim için de heyecanlıyım dostum. her ne kadar rol modelim olarak coşkun aral'ı seçsem de, bu husustaki aktivitelerimin sınırlılığı hüzünlendiriyor insanı.

az önce show tv ana haber, beren saat'in bir cips tarafından mıknatıs gibi çekildiği ve akıbetinin ne olacağı konusundaki yorumları ali kırca'ya bırakarak başladı, bana da bu postu bitirmek düştü. hadi dağılın.

12 Haziran 2010

sezon finali

dönemsel mevzuların geride kaldığı cumartesiden merhaba blog dostları,
bilgisayarım inatla çıldırırken benimse huşu içinde blog yazma isteğim katlanmakta. bir kedim var artık, diyeceğim lakin kendisini vermek zorundayım. babam yüzünden. 10 günlük tecrübe babamı da kedi dostu yapmaya yeter diyordum lakin başarısız oldum. kedime doğru dürüst bir isim bile bulamadım. sonunda kendisini çakır diye çağırmaya niyetlenirken kardeşimin kurtlar vadisi tandanslı dalgalarına göğüs germek durumunda kaldım. her neyse, kedi maceramın bu denli kısa sürecek olması hüzünlü cidden bir de kediyi verecek emin eller bulamamak da dert ki ne dert. demem odur ki sevgili kediciğim, pek sevimli, cana yakın ve afacanın teki olup, parazit ve pire tedavileri yapılmış, tuvalet eğitimli, turp gibi maşallah diyeceğiniz 2,5 aylık erkek ve gördüğünüz üzere tekir bir yavrucaktır. eğer çevrenizde varsa bir ilgilenen -hatta siz bizzat- yorum kutusuna bir selam edin. geri kalanlar da "bir kedim bile yok, anlıyor musun" dizelerinde depresyondan depresyona koşabilirler.