25 Ocak 2011

ingiltere'de sabah türküsü

Saat burada 7'ye 10 var. Her ne kadar günlerdir saatin kaç sorusuna hiç de dijital olmayan saatime bakıp, dijital cevaplar vermem, aslında zamanı söylemenin sadece Türkçe'de güzel olduğu hissini veriyor. İngiltere'ye geleli bu gün 9 gün oluyor. Sanırım İngiltere, bütün ön yargılarımızı taşıyabilecek bir ülke. Kibirli, ukala soğuk insanlar, inanılmaz pahalılık, dakiklik mevzusu ve Weber'i ağlatacak bir bürokrasi kafesi ve alabildiğine kapitalist mantığına oturtulmuş bir hayat düzeni. Pek bir kültür şoku yaşadığımdan söz edemem, zaten insanların farklı olacağını bildiğiniz bir yere gidiyorsanız neyin şokunu yaşarsınız daha bilemem. Ama bir yemek şoku yaşadığım kesin. Ben böyle kötü tatlı sebze yememiştim daha, sebze adına yediğim her şeyin aynı plastik tada sahip olması neden dünyanın en ince kitabının İngiliz mutfağına ait olduğunu açıklıyor. Damak zevkinden kesinlikle yoksun bir millet, bence kendi adlarına büyük bir kayıp. Bir diğer küçük çapta şokum ise, Erasmus'ta tanıştığım insanların -Almanlar ve Fransızların büyük bir bölümü hariç-, inatla bizleri Arap sanmaları, dostum ben ne Arapça konuşabilir ne de anlayabilirim dediğim zaman, yüzlerindeki şaşkın ifade ile ama Ottomans were Arabian? demeleri, benimse artık 87. kez tekrarlamak zorunda kaldığım, Arap değildi Osmanlılar, sadece Arap topraklarını da içeren büyük bir imparatorluktu cümlesi. Koreli bir çocuğun ama dininiz aynı, demek size Arap denmesinden hoşlanmıyorsunuz niye diye sorması üzerine, ben seni Çinli diye çağırsam hoşuna gider miydi demem üzerine çocuğun faşist düzeye varan bir Kore milliyetçisi çıkması üzerine, Asya halklarında görülen birbirini aşağılamanın vahim boyutları beni gerçekten şaşırtmıştı dostlarım. "Kurtlar Vadisi Kore" ile yan yana oturuyormuşum yani. Anlayın artık. Koreli Han'ın daha sonra tüm büyük spor takımlarımızı tanıması ve Kore'ye giden askerlerden ötürü bizi sevmesi, rakının içerdiği alkol oranını öğrendiğinde "çılgın türkler" demesi ve gün sonunda aldığı Türkiye formasını göstermesi aslında ne kadar iyi bir kültür elçisi olduğumu göstermiyor mu? Bir de durmaksızın biralardan söz eden ve Türkiye'nin İran ve Irak'la komşu olduğunu öğrendiğinde baygınlık geçirecek gibi olan, siz de Hollywood filmlerini bizimle aynı zamanda mı izliyorsunuz gibi sorularıyla oryantalizmde tavan yapmış bir Belçika köylüsü var ki, kafası duvarlara sürtülecek cinsten.  Bir insanın kendini bu kadar ifade etmek zorunda kalması çok sıkıcı olabiliyormuş. 
Ama iyi ki Orta Doğu'da doğup büyümüşüm, her boktan haberim var bu sayede. Her şeyin ortasında olmanın ve saçma sapan ön yargılarla dolu olmamanın şerefine. 

19 Ocak 2011

melankoli demlemece

Bazen bir elbise görünür gözüne bayılırsın hemen alıp üzerinde görmek istersin, içinde kendini hayal edersin güzelce ama sonra giydiğinde dönüp aynaya baktığında hüsrana uğrarsın. Sen hariç başkalarının üzerinde güzel durmasının anlamsızlığı düşer gözlerine ama o elbisenin sana ait olamayacağını bilirsin artık. Şimdi hayatım hakkında tamamen böyle hissediyorum. Üzerime bende eğreti duran bir elbise geçirmişim gibi.

13 Ocak 2011

derdim var çocuk

Vizemi son dakika itibariyle faks, telefon, email gibi iletişim araçlarına günlerdir abanarak almış bulunuyorum. Cumartesi terk-i diyar eyliyorum. Sevinçli sevinçli pasaportum çantamda eve geldim. Bakkala girip, Ali amca ile vedalaştım. Sonra, bavullarımı almak için bodrum kata indiğimde, ailedeki en cillop bavula Sinop gezisi vesilesiyle sahip olan ben, bavulumun çalındığı gerçeği ile baş başa kaldım. Yüzüm gözüm toz içinde karıştırmadığım yer kalmadı bodrum katında ama yok yok yok. Bi insan niye boş bavulu çalar, ya da çalmak için bula bula bavul mu bulur? Sonra aklıma geçen aylarda apartmana hırsız girdiği ve bodrum katta küçük, kimsenin önemsemediği şeyleri çaldığı geldi. Adam çalmış çırpmış, çaldıklarıyla da bavulumu doldurup gitmiş resmen. Kimseye dokunmadı ya bu hırsızlık ben hariç, daha bir şey demiyorum.

Evet yarın hiçbir şey bilmediğim Ortadoğu sınavım var, çarşambaya yetişmesi gereken ama daha benim araştırma bile yapmadığım 15 sayfalık paper var. Very nice günler geceler beni beklemekte.Halledilmesi ivedi olan parasal mevzular var. Her şey son dakikaya kaldı resmen. Vize çıktı çıkacak derken kaynadım gittim resmen. Bu gün vize merkezinden çıkarken, yaşlı bir beyfendi bana yaklaşıp kaç günde aldığımı sordu yemin ediyorum ağlamaklıydı.  Bavul bile toplayamıyorum lan, isyanlardayım. Bundan önemlisi büyükbabam hastanede ve gidemeden son bir kez onu görememek ihtimali var. Akşam hastane kapısında yatacağım sanırım. Ya ben İngiltere'de iken ölürse diye bir yandan da ihtimallerle darlanmak var.

Derdim çok çocuk.

12 Ocak 2011

ağır çekimin dayanılmazlığı

Hayatta çok sinirinize dokunan, katlanamadığınız bir şey vardır ya muhakkak, oturduğunuz sırada birinin ayak sallaması, sessiz ortamda yükselen mırıltılar, periyodik sesler, çok yüksek sesle konuşanlar, telefonu hiç susmayanlar, iett otobüslerinde ittirenler, şehirlerarası otobüslerde maç seyredilmesi, unutkanlar, söylediklerinizi anlamayanlar gibiler. Benim katlanamadığım ise bekletilmek. Beklemek kadar sinirimi bozan başka bir şey yok. Resmen sinir harbine girişiyorum kendimle. Beklemenin her türlüsü ayrı bir karın ağrısı benim için. Hiçbir zaman bir yerde oturup arkadaşlarını bekleyenlerden olamadım, denedim çok kalamadan kalkıp gittim, geç gelen otobüsü de beklemedim hiç, cebimdeki son para olsa dahi o dolmuş veya taksi parası düşünmeden verdim. Canım bir yemek çekti mesela ama gittiğim kafe ya da restoran çok kalabalık vazgeçerim hemen, başka yere giderim. Banka da işim mi var, sıra da çok uzun orda beklemem hayatta, ya başka gün gider çok çaresizsem de sırayı kaçırmayı yine göze alarak civardaki yerlere takılırım. Sıcak su geç mi geliyor musluktan, soğuk suyla da yıkanırım. 

Diyebilirsiniz hiç mi bir şey beklemedin, sınav sonucundan tut ne bileyim başka bir şeye, birini ya da bir mektubu, bekledim evet ama aklımdan çıkararak. Tamamen onu beklediğimi unutarak. Sabırsız değilim sadece beklemeye hiç tahammülüm yok. Şimdi İngiltere vizemi yana yıkıla bekliyorum ama resmen,güya cumartesi uçağım var, finallerim inanılmaz derecede sıkışmış vaziyette, daha bavul toplanacak ama ben beklemek zorundayım. Bu bekleyiş yüzünden de elim hiçbir şeye gitmiyor resmen, vize vermiyoruz desinler razıyım hatta öbür boyu hiç almasınlar da beni krallıklarına ama şu saçma bekleyişi çektirmesinler, beni belirsizlikten tüketmesinler. Aklımdan da atamıyorum ki her gün ayrı bir mail, ayrı bir sorun, şu Erasmusa harcadığım zamanı başka bir şeye harcasaydım, bu kalıbı kullanan herkesin bir şeyde ustalaştığı gibi ben de bir usta çıkardım başınıza. 

Peki ya bekletir miyim, eskiden bekletmezdim ama artık bekletiyorum, ben bekleyeceğime onlar beklesin dimi. Ben Godot olmayı seçmedim dostum.

6 Ocak 2011

süleyman vs süleyman

Yılbaşı öncesi ve hemen akabindeki yeni yıl dilek, eski yık bilanço postları furyasından sonra bir Süleyman'dır almış başını gidiyor. Dizikolik bünyemin verdiği heyecan ile ben de bu diziyi merakla bekledim. Gülben (H)ergen'li Hürrem faciasının zihnimde yarattığı tahribattan olsa gerek merakım Hürrem üzerine değil de, diziyi nasıl verecekler, diyaloglar, kostümler nasıl olacak, tarihi olayları nasıl anlatacaklar gibi tamamen teknik kısımlardaydım. Boru değil, fragmanlardan eli yüzü düzgün bir şeye benziyordu bence. Yoksa Süleyman'ın haftalık skoruna google'dan da erişebilir, RTÜKsüz ortamda fantezileşebilirdik değil mi?

Benim naçiz görüşüm oyuncu seçimi isabetli. Ama gönül isterdi ki, Kanuni'yi şöyle haşmetli kemerli burunlu biri oynasın, alamet-i farikamız yerini bulsun. Bence Halit Ergenç'e plastik bir makyaj çekseler fena olmazdı. Hürrem tombulmuş, cariyeler maşalı saçlıymış, kıyafetler çok rereröymüş mühim değil. Siz hiç Topkapı'da sergilenen kıyafeleri görmediniz herhalde, orijinaline o kadar sadık kalsalardı yüzüne bakmazdınız be devasa kaftanların, şalvarların içindeki çıta gibi vücutlulara. Ayrıca dönemsel bir güzellik algısının var olduğunun aşikar olduğu bir dünyaya çoktan merhaba dedik, tombul popolardan, süt güğümü memelerden sıkılıp, skinny bedenlerle hayallerimizi süsledik. Siz Henry Tudor'u Jonathan Rhys Meyers minvalinde mi biliyordunuz dostum. İngiltere'nin Henry Tudor'u gerçekten böyle olsaydı, bizde harem falan kalmazdı yani. Sülüman diye haykırışları biraz zor duyardık. Neyse magazin unsurları bir kenara bırakacak olursak, efendim standartların çok çok altında bir diyaloglar silsilesi ve sahnelerden ibaret bu dizi. Sanki İstanbul'un fethinin yıldönümüymüş de, halkımızın ilgisini mizansenlerle diri tutmak adına bir çaba söz konusu. Kesinlikle olmamış, 500 yıl öncesinden söz ediyoruz beyler, kendinize gelin. Tarih kitabı bile olmayan, Sosyal Bilgiler kitaplarını hatmetmişsiniz ki OKS (adı artık her ne ise)'de Sosyal Bilgileri fuller, maşallahı çekersiniz yani. Zaten Topkapı'da çekiyorsunuz diziyi, hiç değilse çıkın İlber Ortaylı'nızı bir ziyaret edin de, iki adam gibi sahne olsun, siz de mutlu biz de mutlu olalım. Adamcağız haremimizi yabancıların fantezilerine peşkeş çekmiyorken ve onlara terbiyesizce davrandığından dem vururken, sizden mi elini esirgeyecek? Cık cık cık.

Neyse o değil de bir efsane olan Baltacı ve Katerina olayına da falan yapım el atsın da, milletçe rahatlayalım .

2 Ocak 2011

Marx, Lenin ve Bernstein'in devrim üzerindeki fikirlerini karşılaştıracağım. Küçük sorumlulukların Büyük insanıyım bazen.