22 Nisan 2009

ivme dediğin

bazen durağanlık arasında boşluk insana ivme kazandırabiliyormuş. biz buna tatil diyoruz işte. film izlemenin kitap okumanın dışarı çıkmanın vs gönlümden geçmediği bir zamandan sonra birden üzümünü yiyip bağını sormadığımız bir gaz kaynağı hayatıma girmiş bulunmakta idi. lakin hızlı tüketici kimliğine ve kendini 3-4 yılda tekrarlayan bir kör talihe sahip olaraktan yine ayağımı burkmuş, bandajlara sarınmış bulunmaktayım. talih denen kadersel uzvun ben de kör olması karşısında birkaç yetkili merciiye başvurmak isterdim. onun yerine kariyer sitelerinde staj başvurularında bulundum. hüznü bol cevaplar alacağım diye melankoliye kapılasım geliyor. o zaman da orhan gencebay dinlemek istiyorum. annemin yaptığı piyano pastanın dörtte üçünü yediğim için ev halkı bana kırgın. çevremde gördüğüm oblomov hareketlenmesi de ayrı bir başlık altında doldurulmalı. bu mevsimde dondurma yerken üşüyüp, hırka giymemi de literatüre girmesi için bağışlıyorum. gönlü yücegil ödülü almalıyım.

14 Nisan 2009

dar alanda kısa paslaşmalar

son iki gündür sabah okula gitme telaşlarım pek bir garip hal almaya başladı. pazartesi yolda biri pencerede biri yolda iki kadının muhabbetine 20 metre öteden yaklaşarak ve 20 metre öte uzaklaşarak misafir oldum. yoldaki kadın, iki yıl önce ablasının öldüğünü üç gün sonra kız kardeşinin vefat ettiğini 1 hafta sonra da kocasının da kaza geçirdiğini anlatıyordu ve bir cenazeye gidiyor olabilirdi. ölümlerin şekli ve kronolojisini karıştırmış olabilirim ama güzel bir sabahta yaşam enerji ve sevgisini alacak nitelikte bir ölüm furyasıydı kadının başına gelen. bu sabah, dolmuşta otururken kaldırımdaki sandalyeye bir kadın oturdu. kadının suratını çıkardım hemen ilkokulumdaki öğretmenlerden biriydi. 10 yıl onu o kadar çok yaşlandırmıştı ki düşen göz kapaklarının altında gözleri budha heykellerinin gözlerine dönmüştü. ben böyle salak düşüncelere dalmışken bir adam geldi yanına, kadın meraba dedi. sonra sizi de uzun zamandır görmüyordum ama geçenlerde rüyamda görmüştüm diye devam etti. adamı da tanıdım elbet. o da ilkolulumda öğretmendi, mete hocaydı. hiç dişi kalmamıştı adamcağızın gerçekten. sonra kadın, mete hocanın siz ne yapıyorsunuz hoca hanım, sorusuna ben de arkadaşlarımı bekliyorum. okuldan nimet hocanın kardeşi trafik kazasında vefat etmiş ona başsağlığına gideceğiz, diye karşılık verdi. nimet hoca ilkokulda öğretmenimdi 5 sene boyunca. kendisini çok sevmezdim. çok sevilen ya da nefret edilen ilkokul hoca tiplemesinin ikisine de pek uymuyordu. iyiydi ama çok huysuzdu. zaten hayatımda tanıdığım nimetlerden bir tek oda arkadaşım olan iyiydi. neyse baş sağlığı dilemek gibi dayanışma ve paylaşma gerektiren hiçbir duruma uyum sağlayamadığımdan, 10 sene sonra bundan dolayı ilkokul öğretmen ziyareti çok karmaşık bir yapıya sahip benim için. sosyal bir öküz de olabilirim tabi.

5 Nisan 2009

frenko radyo

  ciğerim blog hüsnü,

bu yazıya başlamadan bir ismin olmasına karar verdim ve adın hüsnü oldu. işte senin de hikayen böyle başladı falan filan. hüsnü, bu gün dedem geldi. dedem kahramanmaraş'ta oturur. biz tam kahramanmaraşlı mıyız bilmiyorum, trabzona kadar giden bir soyağacı var. bilinen en büyük dedem o kadar çok gezmiş ki, en son trabzonda durup ölmeye karar vermiş. sonra da birtakım haltlar yenmiş ve aile bu gün bir orda bir burda ikametgahını sürdürmüş neyse. dedem, konuşurken ismini unuttuğu şeylere kendi bulduğu dahiyane isimleri vermeyi seçer ve bunu yaparken de gayet ciddidir. helikopter kazası  bahsinin açıldığı anda da, radyo frekansı bozulmuş diyeceğine, helikopterin frenkosu bozulmuş dedi. frenkonun ne kadar şahane  olduğunu düşünmeye koyulan ben, annemin karşımdaki koltukta sessiz kahkahalarıyla katılmasından mütevellit, tabiki gülmeye başladım. bir yandan da başım eğik, mahcup mahcup kızarırken.yavaşça içeriye kaçtım, kendimi dizginlemek adına. sonra annem gelip, gülmesinin suçunu benim üstüme yıkmaya çalıştı ama frenkoya pabuç bırakmam. sonra babam middle age crisisle doğan spor aşkını, eve gelince duş yerine hamama gitmeye karar verdiğini söyleyerek sürdürdü. bana da parti sistemleri sınavının dayanılmaz ağırlığı kaldı.


4 Nisan 2009

piyano pastanın laneti

okul açıldığından beri ilk kez bir cumartesi saat 6 da kalktım. bir gece öncesinden tüm günü planlamıştım. erken kalkacak 3 makalae bitirecek, banyo yapacak, kuaföre gidecek oradan galatasaray'a gidip sertifikamı alacak, pazarda sağa sola bakınacak eve gelecek, yemek yiyecek ve derse koyulacaktım. ders çalışmak haricinde hepsini yaptım. şimdi tutuşmuş vaziyetteyim o yüzden. ikinci bir ucuz kuaför hüsranını da yaşadım arada. bu huyumdan vazgeçmeliyim. ama insanın evinin karşısında kuaför olunca ve 10 ytlden ucuza kesince ve cebinde sadece 20 ytlsi varsa, 20 ytlye kesen iyi kuaföre gitmek o kadar cazip gelmeyebiliyor. allahın hakkı üçtür diyor ve tiriolocilerden sakınmayı salık veriyorum. aslında kötü olmadı saçım, anne hazretleri öyle diyor. sonra da kestirebilirdim ama saçım salakken kendimi kötü hissediyorum gerçekten. güne dönecek olursak, işlerimi öyle hızlı yapmayı koymuşum ki aklıma, akbil doldurma sıralarında çürümeyi reddedip, sertifikam var benim diyerekten kabarmış koltuklarımla karşı kıyıya paralı geçiş yaptım, ne kadar küçük bir burjuvayım görün diye diyorum. zorlu pazar yollarını alt ettikten sonra eve gelip de yavru bir fil sevimliliği ve karın gurultusuyla ne bulduysam mideye indirdikten sonra, fox life denen celebrity kanalında monaco prenseslerinin hayatlarının cazibesine kapılmadım demeden olmaz şimdi. içlerinden biri ol deseler caroline olurdum bariz. kadın idol olmak için yaratılmış, gerçekten. stephanie de sis ve gecedeki çatık kaşlı kadına benzediğinden ve tahta geçme şansını yitirdiğinden gözüme giremedi üzgünüm. mavi kandan olsam, aristokrasiden ölürdüm heralde.  neyse adios amigos!