30 Aralık 2008
dürtü
düşünüyorum, a- ya ben insanları anlayamıyorum, b-ya insanlar cidden salak, c- ya bunlar hayatlarında hiç film görmemişler. daha ne diyeyim.
şimdi sittin senede sittin kere aklıma gelecek bu olay. lanet olsun ıssız heriflere.
bi de bu filme giden yeni bir evli bir çiftimizin bayan kolunun filmden pek bedbaht çıktığını, kocasının da bu duruma pek tabi, karısının kimi düşündüğünü anlayarak, bozulduğunu okudum bir blogta. gerçekten bloggerımızın dediği gibi rezalet. kepazelik.
ben mi ne düşünüyorum film hakkında, cımbızla seçilmiş replikler ve sahnelerden oluşan ağlama silsilesi ama yemezler cicim yemezler.
26 Aralık 2008
maruzat
yeni avm keşfimin shuttleda uyuyakalmam ile hüsranla bitmesinden başlayabilirim. cheers.
21 Aralık 2008
canımı sıkmayan bir yer var mı bildiğin?
sondaki smayli bu cümlelerin ardından beliren umutsuz ama niyeti iyi bir sırıtış idi. bu gün 4 koltuk ötemdeki kızın iki saat aralıksız uyumasını esefle kınamaya davet edebilirdim insanları, insan arada uyanır kahve falan alabilir diye de tartışma başlatırdım.
evde kendime beş vakiti izlemeden önce dünyanın en sağlıklı sandviçlerinden birini hazırladım. buzdolabında bulduğum adını bilmediğim fekat kokusunu tanıdığım otu da koydum. nar ekşisi, sirke ve kekikten sos bile yaptım. yanına portakal suyu sıktım.
hafta sonumu reha erdemle geçirmiş oldum. korkuyorum anneyi daha çok beğendim elbette. 5 vakiti biraz fazla sofistike buldum ama beğendim yine de. ama yatsı ve ikindi kelimelerini türkçeleştirmeleri gözümden kaçmadı değil bırakalım bu ayakları artık. kimseye yakışmıyor zira!
haftanın gereksiz insanını da canan arıtman olarak tayin ediyor, sarı röflelerinin tez zamanda akmasını ve kuaför ellerinde mahvolmasını temenni ediyorum.
iyi pazarlar efendim.
14 Aralık 2008
nostalji 1-2-3
dün gece ilk kez disko kralı adlı- kral tv vj bülentli yanar-döner saatleri oldukça hatırlatan ismiyle-
90lar temalı programı izledim ve sonunda burak kutun posterini dolabımın iç kapağına yapıştırıp herkesten gizli aşk yaşamaya karar verdim.
80ler temalı partiler gece hayatı müdavimi gençlerimizi nasıl bezdirdiyse ben youtubeda dönen akıllara zarar ziyan 90lar videolarının da aynı etkiyi yaptığı kanısındayım ki bendeniz sapına kadar 90lar çocuğu olmakla övünen bir isim idim.
ancak dün gece 2 buçuklara kadar beni uyutmayan -ki bu saatlerde harıl harıl ders çalışıyor olmam gerekirdi- hastası olamadığım okan bayülgen ve isim metamorfozu geçiren programı dün gece gönül telimi titretti desem yeridir. neden mi, ekşisözlük ağzından bilhassa kaçınmak isteyeceğim şu noktada, ailevi bir sırrı şu hususta seninle paylaşmak isterim blog, aile arşivimizde sene 92yi gösterdiği vakit, sıcak bir yaz günü üzerimde tom ve jerry kırmızı tişörtü ve altında aslında isminden dolayı bacağa yapışık olması gereken ama şort niyetine giydiğim dizüstü taytımla yonca evcimikten aboneyi söylediğim ve breakdansçı kılığındaki kuzenimin de hakan pekerden her corç versene borç, olmaz maykıl bende de yokla eşlik ettiği bir video kayıt bulunmakta. dayımın temcit pilavı gibi iki üç senede bir aile meclisine çıkardığı bu video 90lar ruhunu kesinlikle özetlemekte ve her izleyişimizde mecliste 90lar rüzgarlarının esmesine hatta rüzgara kapılıp -acaba üşümek deyimi daha mı yerinde olurdu- dolaptan vatkalı, battaniye görünümlü kazaklar, topuktan geçmeli taytlar ve göğüs hizamıza yükselen lee kotların çıkarılması ile şenlendirilecek olurdu eğer kendilerinden milenyum vesilesi ile kurtulmamış olsaydık :DD
işte dün geceki program bana bu aile meclisimizi hatırlattı. ezginin küçükken serdar ortaçın komşumuzun oğlu olduğu ve eğer dediğimi yapmazsa onunla evlendireceğimi söylerek korkuttuğumu hatırlatması da -ezgi hala zeytin yemez- ve burak kutun yaşandı bittisiyle koltuklardan atlamamız ne kadar muhteşem çocuklar olduğumuzun göstergesi değil mi blog?
kenan doğulunun saçlarını savurarak bizleri romayı yakmakla tehdit etmesini, müzik tarihinin en muhteşem ikilisi oya-borayı, en gaz grubu aynayı ve en yaratıcı grup grup vitamini ve de harun kolçakın motorcu görünümü altında garip danslarını özlüyorum sanırım. niyetim 90lar romantizmini yükseltmek değil, zira çocukluğu 90larda geçmiş her günümüz genci bunu sana söyleyecektir blog, tıpkı diğer 10 yılları öven insanlar gibi.
ama ben 90lar muhabbetini eşsiz hafızamın sınırlarını zorlayarak sonsuza dek sürdürebilecekken sadece bu yeteneğimin varlığından seni haberdar ediyorum blog, berhudar ol.
sanırım burak kuttan hoşlanıyorum. cips-kola-kilit!
8 Aralık 2008
şöyle böyle
neyse işte sonra ben de stardustı sonunda izledim. elimde biri türkçe biri ingilizce olmak üzere iki versiyonu olan bu güzel masalı, bana birtakım salak hallerimi ve bir salak kişiyi sürekli hatırlattığı için hep erteliyordum filmi de keza. ama geçmiş geçmiştedir yarınlar benimdir tarzı gerzek bir hissiyat dün gece bendenizin yılgın bünyesinde peydah oluverdi. şebnem ferah gibi benim hala can kırıklarım var diye kulak tırmalamak yerine oturup en mutlu sonlusundan bir masal dinleyip duygusallaşmak lazım velhasıl bu kadar da yavanötesi bir düz cümle şairiyim.
<<i do belive in fairies>>
peter pan
7 Aralık 2008
tepsi pepsi
sonuç; ezgi daha genç gösterdiğim (ne mutlu gencim diyebilene) ve eskisine oranla iyi göründüğümde karar kıldı. ayrıca bere takarken kahküllerim saçma bir şekilde pırtlamıyorlar bu açıdan sevindirici bir model ne diyeyim.
annemle çılgınsal bir tatlı yapma olayına giriştik: kıvrım tatlısı. hiçbir bayram misafirimiz olmamasını dert etmeyip, kendi tatlımızı kendimiz yapar kendimiz yeriz motivasyonu ile koyulduk işe. 1. tepsiden sonra bel bölgemde 3 ok hissetmemden gayri ara vermiş bulunmaktayız. ikinci tepsi beni bekliyor azizim blög.
karlı kış geceleri gelsin artık, küresel ısınma yılın en sevdiğim kısmına dokunma :/
6 Aralık 2008
modern times
her sabah kahvaltılarımı, kulağımda indie kadın şarkıcılar eşliğinde, çay-simit-peynir kombosu ve elimde gazete ya da makalerle yapan metropol kadını olmak istiyorum artık. ama shuttle saatleri uymuyor, kadersiz miyim neyim.
ve artık elinde termos kupası olan, koyu sade kahve içen, dünyanın en ilginç insanıymış gibi davranan üniversite gençlerinden olmalıyım. bayram harçlığı yatırım alanlarımdan biri bu olabilir evet.
rüyamda bir erkek kardeşimin olduğunu ve adını deniz koyduğumu ve aileye katılmasından son derece memnun olduğumu gördüm. bu sebeple , bu gün annem hamile kalsa, bundan utanan 20 yaşındaki sorunlu ergen tribine rahatlıkla girmeyeceğime karar verdim. hatta, çocuk mağazası vitrinlerine bakıp, fiyatını hiç umursamadan denize alacağım kıyafetlere bile bakarken yakaladım kendimi neyseki gerçek hayata dönmem, oldukça kısa bir zaman aldı.
yarıda kalmış yeni hayat kitabımı bitirme kararı aldım.
saçımı kestirme konusunda hala şüpheye düşebiliyorum ama kahkülümü kestireceğim gelen yoğun istek üzerine. keşke neşeli gay bir arkadaşım olsa, en iyi fikri veren o olurdu kesin.
o kadar uykum geldiki bu gün üzerime dökülen kazakları kaldırmaya üşeniyorum. ne yazıkki yatağın üzerindeler ve çaresizim.
sabah erken kalkıp, şahane bir kahvaltı sofrası hazırlayacağım ev halkına. o yüzden burada bırakıyorum.
4 Aralık 2008
hadi canım
nihayet istediğim saatte kalkabileceğim bir hafta sonuna ulaşmanın haklı gururunu yaşıyorum. 10 tane filmim var izleyeceğims. oleys. bir zamanlar jacobs 2 in 1 (türkçeleştirmemişler hayret) almış olmaktan pişmanlık duyuyorum çünkü içine şeker atınca bi halta benzemiyorlar. dün ilk kez ortalamamı hesapladım da 3 ün altındayım. babamın yüksek ortalama ve hocalarla üçün türden yaklaşmalar konulu nutuklarından birinde bunu dile getirmeliyim ki kendimi dünyanın en gerizekalı insanı hissedip lekeli boş kupama ve mandalina kabuğu dolu tabağıma bakıp pearl jam dinleyip hüzünlü depresyonlar geçireyim. tatil yaklaşırken yemekteyiz bayram haftası kadar beni heyecana boğan bir olay yok. naim de var üstelik. ailecek hastasıyız.
26 Kasım 2008
one active download
23 Kasım 2008
şahane pazar
ödevimin gelecek çarşambaya olması beni rahatlattı canlarım. ama hala koskoca history of artı hatim etmeliyim. gerizekalı hissetmenin sonu yokmuş tecrübe ettim. hayatımın en hızlı pantolon alışverişini gerçekleştirdim hem de istediğim renklerde bordo-lacivert. trabzonsporun yandan yemişi gibiyim a.k. lodos çıkıp karaköy iskelesini batırdığı için üzülemiyorum galiba. bence eğlenceli olabilir (mona lisa smiley) ne var hiç mi doğal afet filmi adrenalini tatmak istemediniz şu köhne hayatlarınızda? lodos deyince aklıma, lise2 zamanı, dershanedeki poyraz kuzey deniz adlı şahıs ve en yakın arkadaşı rüzgar geliyor (bi gün kendini google a yazdığında buraya çıkarsa selam edelim, şirin gözükelim hemen) bir de atkı sefaletim beni hüzünlendiriyor bu melonkolik ortamda. bu sebepten bana atkı alırsanız, o gün kendinizi dünyanın en mükemmel insanı gibi hissetttirim size azizim, inanın. kara çarşafa 6 ok takan deniz baykal kadar hoşgörülü bir hocam var, yarınki görüşmenin gerginliği şimdiden bindi üstüme azizim blog. yemekteyiz ilk bbgden sonra takip ettiğim yegane reality show itiraf ediyorum. 12 yaşın heyacanı var üstümde izlerken. bu günkü gsüdeki türk-yunan ilişkilerini anlatan adamın kelimeler arasına 5, cümleler arasına 10 saniye hatta paragraf geçişi yapacak kadar 15 saniye beklemesi, sıkıntıdan sandalyeden kaykılma icraatlarında bulunmam neticesinde aklıma bu adamın, son yemekteyiz haftasındaki Nesrin hanımın oğlu falan olduğu fikrini getirdi ve bu fikir konferans boyunca göz kapaklarımı açıkta tutmamı sağladı. o yüzden kendisine 10 puan verip akşamı burda noktalıyorum. love on the run izleyesim var. çav amigos.
22 Kasım 2008
please shoot me
kötü bir siyaset bilimcisi olma yolunda büyük adımlarım var, sürekli aşağıya giden bir not serisini kendime huy edindim ve gerçekten artık gerizekalı olduğuma buddha ya inandığım kadar inanıyorum. ah şimdi julia olmak vardı diyorum ve psikoloji okuyan aziz dostumu buradan yad ediyorum. bir de juliayı inanılmaz yavaş okuyorum çünkü o kadar az kaldı ki sahafta inanmazsınız.
bu da başka bir hüzün kaynağım. havanın deli gibi soğuk olması hoşuma gidiyor nihayet palto atkı bere kombosuna kavuşacağız. şimdi hazırlanmam gerek çünkü gsüye gideceğim lodoslu boğazları aşıp. çavs dostlarım.
9 Kasım 2008
because the night belongs to workers
3 Kasım 2008
cherry blossom girl
yarı kısmımı yolda bırakıp gelmişim izlenimi ile dolu olarak eve kendimi zor attım blog. maillerimi kontrol ederken bana yurt çıktığı haberini aldım. sevinemedim lan yalan mı? nesine sevincem lan? kalırsam güzel de olabilir ahah ortam yaparım değil mi canıms? istediğim kadar uyurums da?
%100 karar vermeden önce müstakbel odama ve oda arkadaşıma bir teftiş düzenleyeceğim yarın. izlenimlerimi yarın akşam aktarırım. yurtta kalmaktan daha önemli işlerim olabilir. okuldan yaptığım müzik ve film sömürüsü ile yepyeni playlistler hazırladım kendime blog. arşivci kimliği bile kazandırdım kendime ama zor işmiş, bi daha yapmam.
diyetimi 3 gündür bozdum yarın dönüyorum söz. 1 aydan beri ilk kez cola içtim gerçekten midem deliniyor sandım blog. en sevdiğim içeceğin coco cola olduğunu söylemem artık etik olmayacak.
gs üniveristesi sertifika programına katılıyorum hadi hayırlısı.
çavçavs cherry blossom girlsss.
1 Kasım 2008
saturday night fever
yeni bir paragrafa başlamanın hüznünü de katarak hüsranla biten bir aşk hikayesini aktarayım hemen; hoşlandığım insanın gözümün önünde başka bir kıza yazması ve bunu yaparken oldukça salak bir muhabbeti itinayla sürdürme çabası içinde olması bendenizin, gülmeme çabasının zorlaması ile, gözlerini yaşarttı. gerçekten böyle bir durumu komik bulup eğleneceğimi düşünmezdim. sinirlerim falan bozuldu olayı yaşamadım hatta bir an için kötü hissetmeme bile yol açmadı bu durum. sadece ya olayları ti'ye alabilme kapasitem maksimum düzeyde seyrediyor ya da belki de yeni bir macera olarak psikoloğa gidebilirim diye düşündüm. ikisine de eşit gerçeklik payı veriyorum şimdilik. okulun sağladığı %100 sigorta olayının psikolog masrafını da üstlenip üstlenmediğini öğrenmem neticesinde birinin gerçeklik payı diğerine koyacak söz veriyorum.
diğer bir yandan, dün gazetenin -sabah- cuma ekinde, "cumhuriyet kadınları"ını konu alan bir yazı vardı her cuma yapılan "haftanın kare as"ı nın yerine. değişik olan jürinin bu sefer yarışmacı adayları belirlemekle kalması ve onlara yıldız vermemesi dolayısıyla "yıldız bir cumhuriyet kadını"ndan bizleri mahrum etmesiydi. jüride tek bir erkeğin yer alması- ataol behramoğlu- ve yarışmacı adaylarının hatrı sayılır bir kısmının hayatlarının son demlerini akıl hastanelerinde yahut yalnızlıktan çatlayarak geçirmeleri bendenizi derin düşüncelere sevk etti ve taşıdığım kariyer kadını potansiyeli motivasyonumun iki saniyede içine etti(!!!) şimdi yükselen trendim kış akşamları çay demleyip kestane yemek eşliğinde battaniye altında dizimax izlemek. ama havaların kış modunun yakınına bile uğramamaları ve dizimaxi olan televizyonumuzun aile boyu olması bu hayalimin de içine ediyor lanet olsun. "but they cannot take our dreams away from us" diyor huzurlarınızdan çekiliyorum.
dipnot: son resim cumhuriyet tarihinin ilklerini gerçekleştirmiş kadınlar.
29 Ekim 2008
pruebelle appears to be offline
spiderman 3tü izlediğim film.
21 Ekim 2008
estudiar*
*: ispanyolca ders çalışmak
15 Ekim 2008
die untergang
12 Ekim 2008
pazar coşkusu
8 Ekim 2008
25 Eylül 2008
burun çeşme
adios.
17 Eylül 2008
14 Eylül 2008
kulağıma fısıldananlar
şimdi yine flashbacklerle çocukluğuma dönüyor ve günün başlığı ile ilgili oradan ne gibi malzeme çıkarabiliriz diye bakıyoruz. gündüzleri uyumayın derdi gerzek dersane hocası, çünkü uyandığımızda kim olduğumuzu bile hatırlamayabilirmişiz. ne kadar korkunç değil mi, ya da eğlenceli (kim olduğunuza bağlı). bana bir kere oldu bu ama ilaç almıştım ve yan etkisini yaşamıştım. ama yine de etrafımdaki insanları tanıma yetimi kaybetmeyi başardım, bi iki gün öncesine kadar olan anılarımı kaybettim. babamı bile tanımıyordum eheh=) ama bence bunun sebebi anne-baba kavramlarının ne demek olduğunu unutmamdı yani anne-baba dediğiniz nedir ki gibi bir hal içersindeydim. nasıl olduysa bi tek ezgiyi hatırlıyordum etrafımdakilere garip garip bakıyor, ağrın var mı sorularına ne desem ki acaba diye düşünerekten cevap verme sürelerini uzatıyordum. en sonunda annem bi garip olduğumu anladı ve beni yatmaya teşvik etti. bi şey hatırlamıyor musun dedi? yok dediğimi anımsıyorum ama ne için dediğim konusunda bir fikrim yok. uyumadan önce ağladığımı hatırlıyorum babamın gelip, başımda bir süre durduğunu hastası şimdi uyu kendine gelirsin dediğini. ağlıyordum çünkü bi başkasının babasına bakıyormuş gibiydim kendi anne-babam olması gerektiğinin farkına varmıştım ama kim olduklarını unutmuştum. sonra aklıma capitol de kaybolduğum gün geldi o gün bir çift benimle çok ilgilenmiş, kadın ağlama , bulacağız anne-babanı demişti. acaba hiç bulamadık mı diye düşündüm, onlarla mı gitmiştim? bu yüzden mi unutmuştum?(bu olay olduğunda ben 4, hafızamı kaybettiğimde 9 yaşındaydım:S) çok ağlıyordum, ezgi de çoktan uyuduğu için ona da soramıyordum. durumun mantıksızlığının farkında değildim kesinlikle, ezgiyle beraaber kaybolmamıştım, o zaman bebekti. demekki annemle babam ölmüş diye düşündüm daha da çok ağladım sonra ağlamaktan yorgun düşüp uykuya daldım. sabah kalktığımda her şey normal gibiydi, ilk iş adetim olduğu üzere çizgifilmleri izledim tom ve jerry faslını da yaptım, nesquikli sütümü de içtim. ezgiyle rutin legolarla oynama işimizi de yaptık. öğleden sonra çizgi film faslını da. akşama kadar normal halime dönmüştüm. uykumda ve gün boyu bana hatırlamadığım her şeyi fısıldamışlardı unutkanlık perileri ve bana bu günü de unutturmuşlardı ta ki bir gün bu konu açılıncaya kadar.
hangisi daha kötü olurdu elinde olmadan unutmak mı yoksa unuttuğunun farkına varmak mı?
zihin berrak olmalı elbet ama aralarda boşluk bırakmayacak şekilde.
13 Eylül 2008
herkes kendi kaderini yaşar yar
saçma sapan bir ruh halim var. çok uyuyorum, bazen az yiyorum, bazense tabaktaki son kalmış pirinç tanesine çatal saplamak gibi hünerler göstermek istiyorum. her akşam 6 buçuk sıralarında geçen takım elbiseli pamuk şeker satan adamın " pamık şieker, caanım çieker" nidalarını duyup, onu görme telaşıyla L çizerek evin pencerelerine koşturuyorum. bazen akordeon çalan küçük çingeneler de uğrar sokağımıza ne kadar sofistikeyiz dönmedolap sokak sakinleri olarak. ama asıl asilliğimiz körler için yardım toplayan ve sokağımızın tam ortasında orguyla biz sokak sakinlerine balkondan müzik ziyafeti veren kör amca da yakalamıştık. ne asker uğurlamalarında ne de milli maçlarda sokağımızda böylesi bir duygu seli görülmemiş idi. kendi ruh halimden söz ederken sokak özelliklerimize değinmem ve kendimi bu kadar kaptırmam ilginç olabilir. bozkırkurdu kitabımın kapağını gördükçe, ilerde sahip olacağım koca başlı kangalımı ve yeşil arazili evimi gözümde canlandırmak istiyorum gerçekten. bir kitap kapağı bu kadar mı çirkin olur. dizi izleyip tatlı yemenin en büyük nimet olduğunu söylüyor, uludağ limonata ile esenlikler diliyorum.
9 Eylül 2008
kara delik
8 Eylül 2008
save the grace, save the world!
hayatımın ilk kez bir döneminde uyku halim uyanık halime fark atıyor. münzevi bir hayat sürdüğüm şu günlerde bundan pek şikayetçi olduğum söylenemez. aksine ağır ve melankolik havanın bir gus van sant filmi edasında olduğunu söyleyebilirim. bu durumun yan etkileri ise; sürekli bir baş ağrısı ve bulanık bi kafayla dolaşmama ayrıca -indie rüyalar- konusunda üstatlaşmama neden oluyor. bu sabahki rüyam gerçek bir altın ayıyı hakkediyordu sanırım.
3 Eylül 2008
1 Eylül 2008
penceremden insan manzaraları
"mahremiyet dediğin tek dişi kalmış popstar
lambayı belediye takar"
31 Ağustos 2008
great expectations
bence okuma tahtası ya da yastığı denen ergonomik bi şey icat edilmeli ve çinliler tarafından cumartesi pazarında ya da "day today" yahut "titanik" gibi manidar 1 milyoncularda satılmalı. boynu bükük yetim şeklinde yemek yemekten sıkıldım zira. ayrıca şarjı sonsuza kadar giden bir ipod da icat edilebilir ve ipod sahipleri ile eskisini getirene yenisi bedava gibi bir kampanya düzenlenebilir. şu saatlerde nike human racete insanlar çılgıncasına depar atıyor olmalı. kenan doğulunun da konserine adam toplamak için kıtalar arası yarış anlaşmaları düzenlemesi de " kenan doğulu: hırsından racer olanlar ve çevresini zorlayanlar" adlı bir başlık altında ilgili kişilerce incelenmeli. o kişi ben değilim. zira kenan doğulu güneş kolyesini , boynundan atıp kendini evin siyah giyinen, saç ve tırnak uzatan ve gümüş takı kullanan erkek kardeş imajını geride bıraktığı gün benim için bitmiştir. bu tip insanların akıbetlerini başka imajlar altından sürdürmeleri de ayrı bir sosyolojik olay fikrimce. bu tip tezler yazarak geleceğin sosyolojik yıldızı olabilirdim lakin tespit insanı değilim. tespitçi kılığında gezip sürekli "insan modeli" tamlaması önüne tamlama getiren insanların soyu ne zaman tükenecek acaba? eskiden ilkokul arkadaşlarım konusunda bir deftere çılgıncasına yazılar yazmışım, bu defterin hiç bulunmaması beni "harriet"-sadece mayonezli domatesli sandöviç yiyen hain yazar- akıbetinden kurtarmış resmen. lise dönemine de ait böyle sayfaların olması garip hakikaten ve düşündürücü. heybeliada gecesinin tavan ve tabanlarından sonra her tarafımın ağrımasını bahane ediyor, bakkallarda satılan patlayan şekerler diliyorum.
29 Ağustos 2008
bloody friday
sevgili blog,
insanın 10 yıl önce dinleyip ilk görüşte vurulduğu ve hayatı boyunca mükemmel şekilde söylemek istediği şarkıyı istediği zaman dinleyebilmesinin mutluluğu bir tek toblerone çikolatada var sanırsam. olsa da yesek diyor ve sevgili bmcye bana bu şarkıyı bahşettiği için teşekkür ediyorum. hafta sekiz gün dokuz dinlerim artık. istanbul uyurken tatlı rüyalar diliyorum.
sevgili blog,
harry potter ve zümrüdüanka yoldaşlığı filmini izledikten sonra harry pottera tekrar sardıracakmışım gibi görünüyor. ama kaçıncıdan başlayacağım konusunda kararsız kaldım asla seçim insanı değilim. kenan ışık %50 joker hakkımı kullandıktan sonra tek eli kirli sakalını okşarken delici bakışlar psikolojik çöküş yaşarım heralde. aklıma martılar falan gelir yaşadığım sıcak saatlerin etkisiyle. son kararınız diye sorduğunda "ama ya martılar?" derim . o da "remzi baba, noyan amca" ile başlar, ama lanet martılar yengem de sesinizi duyup sizi hindi zannetmişti . cehennem cevdeti aramak istiyorum telefon jokerinde. hayır, iclal aydına aşıktı.bu aşkı midem kaldıramayacak. galiba 6. kitap başlamak için iyi bir seçim. stüdyoyu terketme zamanı.
çavçav martılar ve kenan ışık
20 Ağustos 2008
yüksek topuklar
19 Ağustos 2008
liar, you
lie like anyone else
bloggerın tipinin değişmesi karşısında yeni gönderi butonunu görmemin aldığı zaman beni görsel zekamın yüksekliği konusunda derin şüphelere düşürdü. zekamın kıtlığını belirterek sizleri heyecanlandırmaya çalışmam da neyin göstergesidir bilmiyorum. mrs. dallowayi bir daha elime almamak üzere 3 yılın ardından bitirmiş olmanın haklı gururunu yaşıyorum hemi de yeni bir kitabı üçte birleyerek tam gaz devam ediyorum bi bok anlamadım ya bu üçtebirlik kısımdan neyse. hiç giymediğim eflatun elbisemin etek kısmının sökülmüş olması dolabımda hain bir sökücü olduğunu düşünmeme neden oluyor. belki de bir böcürttür. expecto patronum diyesim geldi kalemimi sallayıp. hayalgücümün genişliği beni utandırıyor. havadan bu kadar bunalmasam karizmatik analog fotoğraf makinemle fotoğraf çekmeye çıkacaktım soranlara da "evet ben diyaframın sesini duymak istiyorum çekerken o an an ..şey diyafram fetişiyim de " diyeceğim. insanlara olmadık anlarda olmadık şeyler söylemekten zevk alıyorum cidden ki bu durum ilerde "yalancı çoban" adlı güzide şarkıda başrol edinmeme sebep olabilir. küçüklükten gelen ve nedense bu sene nükseden bir eğlenceli bir alışkanlık. tavsiye ediyorum. leylekin üst katında cemil ipekçi atolyesi olduğunu söylemem ve okulun yanına inşa edilen fabrikanın tatilya olacağını götümden sallamam komik bence eheheh=) insanların inanması ayrıca eğlenceli ahahah=)
1 Ağustos 2008
batman the dark knight: çok az miktarda spoiler içerebilecek bir yazı
filmi ele almadan önce daha önce izlemiş olduğum tek nolan filminin batman begins olduğunu ve tüm batman filmlerini izlemiş olduğumu ve batman çizgi filminin de sadık bir takipçisi olduğum gibi birkaç noktayı belirtmekte yarar olduğu inancındayım. çizgiromanına elimi sürmedim ek bir bilgi olarak.
ortalıkta uçuşan why so serious akımına bulaşmadıysanız henüz kirlenmemişsiniz demektir ve bu saflığınızı filmi görene dek koruyun bi zahmet. heath ledgerı da o kadar seviyor olamazsınız zaten kaç filmi vardı ki şu hayatta sorarım? filme genel olarak baktığımızda ortalamayı rahatlıkla geçen 10 üzerinden rahat rahat 7-8 alabilecek bir filmle karşı karşıyayız azizim. sahne başına düşen yıldız sayısında bir rekorluk var ki bu son zamanların yeni akımı olsa gerek destekliyoruz "sinemaya gönül bağı ile bağlı insanlar olarak". filmi daha çok karakterler üzerinden analiz edeceğim hazırlanın. kendi adıma en çok gary oldmanın olduğu sahneleri sevdiğimi belirtmeliyim burada. christian bale i ise batman beginste pek gözüm tutmamıştı batman olarak michael keatondan daha başarılı kimse yoktu gözümde ki o da o kadar karizmatik olmamasına karşın. christian bale in nerdeyse hiçbir ilginç yanını görmediğimiz bu filmde ise batman olarak benimsedim kendisini hatta daha uygun bir kimse olabilir mi diye düşündüm ama bulamadım. adam klasikleşecek derecede iyi bir oyuncu prestige, american psycho dan hatırladığım kadarıyla. bu filmde de elini yıkamak edasında oynamış batmani. yani insan elini yıkarken ne kadar tribe girebilir ki düşüncesini batman rolüne adapte etmiş. bu kadar rahat oynamak tabiki iyi puan getiriyor kendisine ancak bi sonraki filmde sıkıcı olabileceği ihtimali de gelmiyor değil hani aklımıza. aslında kendisini biraz daha maskesiz görsek filmde oyunculuğu için daha net bir şeyler söylenebilir keza ben de uygun fiziğe sahip olsam sesimi kalınlaştırarak pekala bir batman olabilirim sadece ağzımın göründüğü bir filmde.
önemli ölçüde spoiler içeren bir yazı
az önce izlemiş olduğum batman the dark knight hakkında kısa bir interview serisi bana bu yazıyı yazmam için gerekli ilhamı sağlamış oldu. here we go dudes.
öncelikle ezoterik bir sinefil olmadığımı belirtmeliyim. ama özgeçmişimde izlemiş olduğum gayet sağlam diye tabir edebileceğimiz ve önüne johnny bravo deyişiyle a-ma-nın ekleyebileceğimiz ya da normal deyişle amanın deyip uzaklaşabileceğiniz pekçok film izlemiş bulunmaktayım. ayriyaten bi ara adı "d" ile başlayan yönetmenlerin filmlerine gizli bi merak sarmıştım ve sadık defterimde bunun kanıtları hala durmakta. hatta küçük ama gururlu bir dvd arşivim de mevcut. uzun lafın en kısa olabileceği şekliyle diyorum ki zevklerim ve renklerim konusunda sizi uyararak kendimce eleştirmenlik yapmaya başlıyorum evet. oldukça uzun bir post okuyacaksınız az sonra ben emek verdim siz de okuyun bi zahmet.
18 Temmuz 2008
uçanturnagurbetgezerdiyarellerde
13 Temmuz 2008
ben, road runner
sanırım dün gerçekten en uzun istanbul yürüyüşümü gerçekleştirdim keşke uzaklıkları hesaplama konusunda pratik bi zekam olsaydı sayısal verileri vermekle aklınızı alırdım muhtemelen neyse. iki köprü arasını yürüdüm hatta sonrasında beşiktaşa kadar yürüdüm hatta öncesinde hisarüstünden bebeke kadar yürüdüm. çok daha sonra iskeleden eve yürüdüm ve çok daha önce kadıköyü dolandım. gerçek bir turist oldum evet. hayır maratoncu oldum evet evet. hayır road runner olmayı kendime daha çok yakıştırıyorum şimdi evet evvet evvvet.( herbal şampuanlı uçak reklamını hatırlamanız lazım şimdi)
izmir özetini geçmeyi başka bir yazının konusu olmaya bırakıyorum ya da üşeniyorum anlatmıyorum.
24 Haziran 2008
abbas yolunda gerek
iki saat sonra yola çıkacağımdan mütevellit, göz kapaklarım ağırlaşmasına karşın, uyumamakta kararlıyım çünkü izmire giden yollar çok sikko ve ben 7 saat boyunca uyumalıyım. pek sevgili ipoduma sırf bunun için hususi şarkılar aktardım. ayrıca bence herkes ipoduna bir isim bulmalı, ipodu olmayanlar onları kıskanmalı, ben de burada tahtaya üç kez vurmalı. neyse efendim, ben tüm derslerimi geçtim, haberiniz ola, bana da aferim. bu yüzden içimi kaplayan huzur dalgasını tasvir edebilirdim ama etmeyeceğim çünkü herkes kendisi görüp yaşamalı bu dalgayı.
dikili çok sıkıcı bi yer olmasına karşın, 20 yaşında hala aile boyu tatile gidiyor olmanın verdiği hayal kırıklığı ile doluyum bi yandan da. çünkü cidden 20 yaşıma geldiğimde bu tür bir tatil anlayışının yok olacağı fikrine kapılmışım nerden estiyse artık. o zamanlar çocuktum ve çocuklar bazı hayallerini hiç yitirmezler hayatın gerçek yüzü acı bir tokat gibi suratlarında patlasa da. belki dikilide bu yıl ilginç bi şeyler olur da ben yazarken siz de okurken eğlenirsiniz. kısmet diyelim artık.
dün efes one love festivaldeydim. miss platnumu keşfettim bi kere olsun dinlenmeli ayrıca tosun paşayı izlediklerine dair kuvvetli bir his var içimde, baba zulayı beğenir gibi oldum, dansçılarına hasta oldum, shantel almanmış, miss platnum da öyle, gogol bordello grupça saçlarını uzatmış, kaçırdığım kısmı çok güzelmiş , termik santralda festival başarılı imiş falan filan.
yokluğumda johnny bravoyu ihmal etmeyin, miss platnum dinleyin, zayıflayın bol bol karpuz kesin-ben kabuklarını denize düşürürüm merak etmeyin. şimdilik hoşçakalın.
1 Haziran 2008
rap rap
17 Mayıs 2008
kısa pantolon, paslı çakı, dizde kabuk bağlamış yara
kısa çakı, paslı pantolon, gözde yarası kalmış kabuk
nazlan
sitem et
kırıl bana
beni geç vakit
tek başıma suya yolla
bahçede yüzünü öteye çevir
güle hayret ediyormuş gibi yap
gülümseyerek konuş da başkalarıyla
somurt, avluda sadece ikimiz kalınca
kızıp en evecen adımlarınla üst kata çık
en sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık
yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan
dağ sıradağdı hangi haşin belden yol veresi
gece hep süzüldü yukardan lâkayt kehkeşân
altımda hep beni yutmaya çağladı nehir
yetişir hecelemen sök beni bir kere
en zoruma gideni yap hengâme getir
çel beni tökezlet tuttur çitlere
ahla istida edecek ahvâl değil
kim bana kıymazsan bilebilir
dünya dedikleri samut küp
acılar tınladıkça bende
hep seni seslendirir.
ismet özel
ohh such a perfect day
17 mayıs 2008 günümü, büyük harfli uygun bir puntoyla yazılmış italik iki başlık altında anlatmaya başlıyorum. (konuşurken sözcüklere puntolu efektler yapabilmek güzel bir vurgu yöntemi olurdu sanki, ne yazıkki tanrı bu yetenekten mahrum olmamızı istemiş).
YUNUS EMRE'NİN BALIKLARININ DÜŞMAN ÇATLATAN HAYATLARI: boğazımdaki şişliğin dayanılmaz acısına daha fazla karşı koymanın gereksiz bir irade-i bünye hareketi olduğunu düşünürek, yunus emre hastanesine gittim. hasta kabulde işlemimi tamamladıktan sonra, bana biraz istirahat etmemi nazik bir şekilde beyan eden hemşirenin sözünü dinleyip, koltuğun en uç kısmına oturup, akvaryumdaki balıkları izlemeye koyuldum. büyüklükleri akvaryumun genişliği ile tutarsız olan tipsiz balıkların haline önce üzüldüm ve balık beslemenin dünyadaki en saçma hayvan besleme şekli olduğu düşüncemi kendime hatırlattım. sonra suyun içerisinde dikey durup, ağzıyla sessiz bir guluk guluk uğraşına giren balığın hali hoşuma gitti ve balıkların komik olabileceklerini düşündüm. daha sonra balık besleme düşüncemden haberdar olmalarından kuşkulandığım balıklardan biri, diğer turuncu tipi bozuk bir balığın kuyruğunu ısırdı, turuncu balık onu dikkatle izlememin yadsınamaz etkisiyle, kuyruğuyla onu ısıran balığa vurdu ve akvaryumun diğer köşesine gitti. balıklar hakkındaki düşüncelerimi bana kapak eden bu görüntüler karşısında neşelenmiş bünyem, akvaryumun az önceki ile aynı noktada duran balığın tekrar dikey durup guluk guluk pozisyonu alması ve turuncu balığın kuyruğunun yine aynı balık tarafından didiklenmesi ile biraz daha neşelendi fakat balıkların sıkıcı olduklarını düşüncesi sürekli aynı pozları vermeleri ile daha da güçlendi. sonuç olarak, balıkların yerinin denizler olduğunu düşünmekte ve balık beslemeyi son derece gereksiz bir uğraş olarak görmekteyim nitekim düşman çatlatan cinsten neşeli komik balıklar bile beni bunun aksine ikna etmeyi başaramadı.
FARANJİT BÜNYENİN ENTEL GÖRÜNÜMLÜ AKILALMAZ İŞLERİ: yatakta iyi gider düşüncesiyle sabah piç adlı romana başladım ama çabuk sıkıldım. ardından grey's anatomy izleyip keyiflendim. araya yukarda anlatmış olduğum balık macerasını aldım. eve gelince, tarihin gördüğü en yumuşak battaniyenin altında uyudum ve nakledildiğine uyurken iki kere bağırmış ve saçma sapan konuşmuşum. gece hadi neyse da gündüz uykusunda bu tür eylemlere girişmek, insanı nasıl desem kendisinden soğutuyor bir şekilde. ardından the painted veil adlı filmi izledim ve naomi watts'ın kocası olan edward norton'u nasıl olup da aldatabildiğine bir anlam veremedim. edward norton kocam olacak da evime erkek sinek bile sokmam ulan:D sonra filmdeki aşırı sıcak boğucu çin görüntüleri, serin serin oturan beni de ateş basmasına sebep oldu ve serinlemek için koca bir kase çileği mideme indirmeme vesilelik etti. midemdeki çileklerin nahoş ağırlığından kendimden geçmiş bir vaziyette akşamı ettikten sonra kendimi bilgisayar başında güzel bir şiir yakalamışken buldum. günün özetini size geçtikten sonra kapanışımı bu şiirle yapıyor ve çavbella diyorum. vazgeçtim şiiri ayrı bir post yapıyorum.
30 Nisan 2008
The Willow Garden
and as we sat a-courting, my love fell off to sleep
i had a bottle of burgundy wine; my love, she did not know
and so i poisoned that dear little girl along the banks below
along the banks below
i drew my saber through her; it was a bloody night
i threw her in the river, which was a dreadful sight
my father often told me that money would set me free
and so i murdered that dear little girl whose name was rose connelly
whose name was rose connelly
my father sits at his cabin door wiping his tear-dimmed eyes
his only son soon should walk to yonder scaffold high
my race is run beneath the sun; the scaffold now waits for me
for i did murder that dear little girl whose name was rose connelly
whose name was rose connelly
whose name was rose connelly
nick cave and the bad seeds
29 Nisan 2008
and she is buyin' a stairway to heaven
nerde kalmıştık? saçlarım artık kızıl görmeyeniniz duymayanınız kaldı mı bilmem, herkes de çokça beğendi beni dumur eden saçlarınız aşk alevi mi sorusuna ;ateşli bir şekilde evet diyememdi. ateşli demişken bir gün begümle -hazırlıktaydık o zamanlar- bafi ve encılla yüreğimizin ağzımıza geldiği, her encil spayk "aşk sahneleri" ile içimizin pır pır ettiği, siyahı hayatımızın rengi addettiğimiz körpecik günlerimizdeydik. o drussila ben de darla olmaya karar vermiştik. begümden gayet drussila oluyordu hatta pek güzel oluyordu, begümde zaten oldum olası bi goth hava vardı ne yalan söyliyim ama iş bana gelince sıçıyodum sanırım(= ruhen ve bedenen darla ile bütünleşmediğim gün gibi ortaydı willow mu olsaydım ne? bu naçizane anıyı da sizinle paylaştıktan sonra sevgiler paylaştıkça artar, üzüntülerse paylaştıkça azalır önermesi hakkındaki hisleriniz ile sizi baş başa bırakıyorum.
30 Mart 2008
tehlikeli aklın itirafları
ya da düşünüyorum ama çaktırmak istemiyorum. film izlemek istiyorum ama vicdanımın sesi sürekli "maattteeeemaaaatikkkk" diyerek beni engelliyor. lanet olsun keşke matematik de hayatımızda omomatik gibi bi deterjan olmakla yetinseydi. marketten omomatikle çıkarken bi el etmek ona güzel olurdu cidden. bir de hareketimi çekerken moonwalkla çıksam şukela olurdum harbiden.
10 Mart 2008
pabucumun rockçısı
ps: 19 yaşında, gençturkcelli, sinemayı seven, pazartesileri boş bir insanım. ne diyorsun ?
3 Mart 2008
finally
*en sevdiğim 3 yemek dolma, çiğ köfte ve kıymalı ıspanak*
sofralarımızdan kimse eksik etmesin. eksik edenler utansın. amin.
25 Şubat 2008
expire date
ufak bi şey bileğimin iç kısmında durmuş, ona bakmam "ne lan bu" tepkilerimi almak için beklemekteydi. ufak yuvarlak bir damgaydı. bir saati andırıyordu. tam ortasında "charge battery 2009" yazmaktaydı. kafamda şimşekler çaktı "bu ne" gök gürlemeleriyle. beynimin bi kaç algılama merkezine yıldırımlar düştü bunun bi işaret olduğunu görmem için. her şey anlamını yitirdi bi boşlukta yüzüyor gibiydim evet apollo13 mürettabıtından olmuştum david bowie nin sesi sarıyordu her yanı. belki de tanrı oydu diyordu zihnimin artık sisten iyice bulanmış tarafı. david bowie tanrıysa "labirent" de cennet miydi yoksa. neden hiç melek yoktu beni aydınlatacak istanbul da bir city of angels sayılmaz mıydı lan hani nicolas cage in the black. çimlerde koşuşturduğum yakın plan sarı bayır çiçeklerinden de yoktu etrafta. kimse what did you like best diye de sormuyordu oysa cevabım vardı melekler bile bu cevap karşısında kanatlarını düşüreceklerdi öyle bi cevabım var evet. gerçek neydi yaşamın anlamı bu muydu yani ya da özeti bi gün kolumda bulacağım çıkartma nerden geldiği belirsiz. neyseki uyduruk bi şey değildi. bi teselli evet. neticede ben kolunda "charge battery 2009" yazan 2008 de yaşayan bi insanım. her an her şeye hazır olmalıyım vesselam.
12 Şubat 2008
red nose
otomatik portakal filmimin kayıp olduğunu farkettim eğer filmi size verdiğimi düşünüyorsanız ya da nerde olduğu hakkında istihbaratınız varsa bana ulaşmakta sakınca görmeyin ;)
(!_!)
( ^o ^) --->SAYONARA!
( d__b )
10 Şubat 2008
being "fırat"
-being fırat- diye bi film olsa, gerçekten alıp bağrımıza basacağımız bir film olurdu heralde. gülen gözleri, neşeli günleri bağrımıza bastığımız gibi basardık. defalarca bıkmadan izler, aynı sahneye 47 kez falan gülebilirdik, kanal değiştirmeye elimiz utanırdı. duvarlarımıza afişlerini asar, afişle her göz göze gelişimizde gülümserdik. afişe bakıp "tatlı rüyalar" demeden uyumazdık. alex, forrest gump diyenlere -bırak ya fırat abi- diye dayılanırdık.
-being fırat- diye bir kitap olsa başucu kitabı yapmakla kalmaz her yere taşırdık. muhtemelen sayfaları kıvrılmış, kirlenmiş, kırışmış bi kitap olurdu aşırı sevgiden. ilk baskısını elinde bulundurmak karizmaya acayip hava basardı. yeniyetmelerin elinde gördükçe önce işkillenir sonra -e fırat tabi- derdik. çok fazla fırat muhabbeti yapıldı mı -suyunu çıkardınız oğlum-, -siz ne anlarsınız, bi halt bildiğiniz yok- diye diklenirdik.
-being fırat- diye kültür mantarlığına malzeme bir şey olsaydı felsefesinden, rozetine kadar her şeyiyle hayatımıza sokardık, yolda görsek sevgi baloncuğu içinde boğanlar bile çıkardı. sonra da utanırdık bu vıcıklığımızdan ama hayatımızdan da atamazdık bir şekilde.
hepimiz fıratız, mikroskobik koca kafalılık foreverr!!!
6 Şubat 2008
hayata dair iç burkan detaylar
*yalnızlık tribine girip hüzünlü bir şarkı açtığında üst kattan gelen göbek atmalık şarkıya önce sinir olmak, sonra bilgisayarda daha oynak bi şarkı bulma hırsına girip bulamamak
*karnında zıplaşıp duran açlık kurtlarını bastırma coşkusu ile eve girilip buzdolabında kardeşinin bıraktığı kırıntılarla avunmak
* gece boyunca sızlayan yanık parmağa derman olsun diye evde merhem aramak ve sonuçta colgate diş macununa kalmak
*en sevilen çorabın tekinin akıbetinin ne olduğunu bilememek
*gelirken kepekli ekmek al denilen kardeşin poşetten tam buğday unlu ekmek çıkarması
* akşamları iki bölüm ard arda dizi mi izlesem yoksa film mi deyip önce filmin başlaması ile şansını onsan yana kullanmak, sonra dizi başlayınca ona yönelmek ama dizi bittiğinde pişman olmak
* evde tek başına gerilim filmleri izlemek,tüm gerilim filmlerinin başından her şeyi bilmek ve bunu söyleyip ego kaldıracı olacak birini bulamamak
*hiç trene binmemiş olmak
*hayata dair iç burkan detaylar listesini yaparken hevesi kaçmak ve bir madde daha bulamamak