29 Kasım 2009

I HAVE A DREAM!


tanrım, az önce fantazilerimin gerçeğe döküldüğü bir film izlemiş olabilirim. THE JANE AUSTEN BOOK CLUB adında. kitap kulübü fikrini seven ve destekleyen bir tek ben mi varım. biliyorum hepiniz okumayı seven genç dimağlarsınız, neden bir okuma kulübümüz olmasın ki. neden ateşli tartışmalara girip eğlenmeyelim. bir yazar seçsek ve her aya bir kitabını koyup, sonra bir yerde toplansak ve konuşsak, konuşsak ve her şeyi konuşsak, aramıza yeni insanlar katılsa, farklı fikirler duysak,. tamam burada o kadar çekici bir şekilde durmuyor, ama olabilir. neden olmasın ? tanrım, thomas more olmadığıma göre bu kadar ütopik bir fikir olamaz yani. jane austen konusunda ısrarcı da değilim her yazara açığım. yalnız şiir olmasın lütfen. sevgili okurlarım, neden fikrime ortak olmayasınız ki? ben bu davetin yüzde doksan olasılıkla tutmayacağına inanmama rağmen medeni cesaret misali olabiliyorsam bir kitap kulübüm de olabilir. I HAVE A DREAM!

sırf bu kadar şahane bir fotoğrafı bulup koymam hatrına  kitap kulübü oluşturmalısınız benimle. hiç değilse bu fikir hakkında yorum kutucuğunu boş bırakıp  kalbimi de kırmayın(:

27 Kasım 2009

hayatımda ilk kez bir bayramı ailemden ayrı geçiriyorum. anlamı bu sabah, hayatımda ilk kez birilerini iyi bayramlar demek için aradım. bu gibi detaylara nedense önem veriyorum, bir şeyi ilk kez, nasıl, kiminle, ne zaman yaptığımı genelde hatırlarım. hatırlamak için özel bir çaba göstermem, not almak falan gibi mesela. saçma bulurum böyle şeyleri. insan kendisi hatırlayamıyorsa, bir kenara yazmasının ne gibi bir önemi var ki, yeterince önemliyse senin için unutmazsın. gerçi unutmamak için de yazabilir insan. neyse kendi paradoksunu taşıyan bu gibi konuları tartışma girişiminde bulunmam.

buradan yıl dönümleri, doğum günleri ve miladi takvimin hayatımıza soktuğu kapitalist günlerin insanı olduğumu zannetmeyin. böyle şeyleri unutanların başında ben gelirim. en yakın arkadaşımın doğum gününü bilemeyebilirim, anneler gününü es geçebilirim. ama sorsalar, şunu nerden tanıyorsun, onu tanıdığım günkü kıyafetine kadar pek çok şey sıralayabilirim, hava durumu, bulunduğumuz ortamdaki diğer kişiler gibi çevresel faktörler dahil. zihnimin bu konuda neden bu kadar iyi çalıştığı konusunda çok da iyi bir fikrim yok. detayları hatırlama konusunda farkında olmadan sarfettiğim bir efor var. çoğu kez farkına varmadan, o kişiyle ilgili bir sürü şeyi aklımda tuttuğumu biliyorum. kişinin kim olduğunun bir önemi yok, bir kez gördüğüm biri de olabilir, yıllarca tanışık olduğum biri de. sadece insanlarla sınırlı değil bu özellik, bir kitabın, bir filmin, bir programın bile tahmin etmeyeceğiniz bir kısmı kalır benim aklımda. velhasıl detayların insanıyım, detaycıdan ziyade.

ancak her zaman, hatırladıklarımın yüzde yüz garantisini veremem. insanın zihni kendisine oyunlar oynayabilir. çünkü zihnimizin de karakterimize bağlı olarak şekillendiğine, geliştiğine inanırım. annem mesela, zeytin yağ gibi bir insan olduğundan, olayları hep kendi haklı çıkacağı şekilde hatırlar ve böyle olduğuna safi ve kati bir surette inanır. ben de detaylara takılıp kaldığımdan ve yalan kıvırmayı ustalıkla becerdiğimden aslında hayali bir detayı  birine ekleyebilirim belki. mind tricks. ama kim yapmıyor ki böyle şeyleri, işin doğası bu neticede.

postu gereksizce dolandırdıktan sonra aslında demek istediğimin şu olduğu kanaatine varıyorum: ey hayatımdan öylesine gelip geçen insanlar, yürüyüp gidenler, omuz atanlar, elimi tutanlar ben sandığınızdan daha çok hatırlıyorum sizi, adınızı bilmesem de, bazen bir hikayeden de tanısam sizi, her şeyin gelip geçici olarak dillendirildiği bir yerde herkes unutsa da, ben bir şekilde hatırlayacağım sizi. çünkü bazılarının da yapması gereken budur der, dramatik çıkışımı yapar giderim.

24 Kasım 2009

oldies but goldies

mad men sayesinde, içersine girdiğim nezle destekli, retro bunalım havamı biraz dağıtayım dedim. gerçekten bu retro olayında limit sizsiniz gibilerinden bir anlayış var, kendini ne kadar kaptırırsan bir o kadar daha istiyorsun, internet de buna başlıca ulaşma aracın. retro-emoya dönüşeceğim tanrım. 60lı yıllara dair en vikisinden, gayriciddisine sitelerde dolandım da durdum, kennedyler, barbieler, watergateler mi okumadım, nasıl 60lı yıllardan fırlamış gibi görünürsünüz sitelerinin aldatmacasına kanıp kendimi mi yapmadım. reklamları unutmayalım tabi, kendi gagımı sunmak için bir metnim eksikti önümde. lakin bu retro furyası içinde bir de gözüme çarpan hususlar vardı ki paylaşayım hemen.

şimdi 60lar için mad men var, 70ler için that 70s show var, 80ler için bu kalp seni unutur mu var. (yabancı olsun havam olsun çizgisinin dışına taşmak) böyle bir furya var dünyada 2000lere girdiğimiz yıllardan itibaren. dönemsel diziler, filmler falan. oysa 2000lerin vaadi öyle değildi dünyaya. 2000lerde dönüp geçmişi irdeleyip irdeleyip ordan malzeme çıkarmak olmamalıydı ortak hareket. 2000 aşırı fütüristik bir rakamdı takvimler için maarifinden tut, mayasına ordan hicrisine kadar. yok dünyanın sonu gelecek, deccal çıkıp gelecek, uzaya tatile gideceğiz, jetgiller gibi yaşayacağız fikirleri vardı. hatırlıyorum. sabah gazetesinin bir hafta sonu eki vardı. başlığı kocaman 2000'e 3 kala idi ve 2000lerden beklentiler sıralanıp gidiyordu yukarda saydıklarıma benzer şekilde. ama ne olduysa oldu bir back to the basics havası esmeye başladı ilk 10 yıl tamamlanırken. eski olan her şey moda, hip oldu. bit pazarına nur yağdı resmen. bir şikayetim yok bu durumdan. zaten ilkokulda kızlar arasında dolaşan anket defterlerindeki, seçme şansınız olsaydı gelecekte mi yaşamak isterdiniz yoksa geçmişte mi sorusuna ben hep geçmişte derdim büyük bir romantizmle.neyse.

bu furyanın pek çok sebebi olabilir, pek çok boyutu olabilir. neon ışıklardansa, duman altı klasik ışıkları tercih ederim takdir edersiniz ki. ama fukuyama gibi düşünmeden de edemiyorum, ya her fikrin, yaratıcılığın ve üretkenliğin sonuna gelmişsek. bundan sonra yeni olan hiçbir şeye vakıf olamayacaksak. sandıktan bulduğumuz parçaları üzerimizde kombinlemek pek yeniliğe girmiyor da literatürde.


mad men etkisinden sıyrılmak için x-men origins wolverine izleyip, eski bir dostu yad ediyorum. sırada watchmen var hell yess.

23 Kasım 2009

mad men make me smoke

okuyucuya sesleniş:  merhaba,

okuyucuya tavsiye: mad men izleyin

okuyucuya ders: mad men'in duman altı görüntüsü 8 bölümde sizi akciğer kanseri yapmaz, şu günlerde hem izlemeye başlayıp hem de öksürüyorsanız ve yakın bir tarihte grip de olmuşsanız bu sefer domuz gribine tutulmuş olabilirsiniz. keşke gideceğim doktor bu konudaki espri dolu hislerimi paylaşabileceğim bir insan olsaydı, ve muayene zeki esprilerimin getirdiği gürbüz kahkahalarla çınlasaydı. ama ne doktor ne de ben bu sahnenin insanları değiliz.

kendime ders: hakkaten zayıf bir bünyem ve ağır işleyen bir beynim var.

okuyucuya veda: kapat kapat perdeleri, bu komedi, oyun bitti.

foto kritik: ben işte böyleyken...

17 Kasım 2009

mavi ekran


birazdan tuvalete gidip hobbes, locke ve rousseau kusacağım. sonra içimden çıkan bu adamlarla oturup monopoly oynayacağım ve ve hepsini yeneceğim.

15 Kasım 2009

karma ve tarkan ve ateş etrafında oynaşan kurtlar

elimi çay buharı ile nasıl yaktım ve acılarla nasıl başa çıktım?

kendi bildim bileli bir yerlerimi mütemadiyen yakmadan duramıyorum ve hep salak hiçbir asaleti olmayan durumlardan dolayı yanık izlerim oluyor. biri sorsa yani şu parmakların üstündeki izler neden, yokki bir hikayem onları güzelleştiren. yanıklarıma göz atacak olursak;

- bebekken kolumu ultra bir salaklık emaresi ile sobanın içine sallamışım, sonuç sağ kolum dirseğime yanmış ama iz kalmamış.fotoğraflara bakıp anne benim kolumu neden sarmışlar diye sormamla hikayeye nazır olmuş idim.

-ezginin yeni doğduğu zamanlarda 4 yaşındayım, sobanın civarında oyuncak bebeğimin kafasından  şapkasını çıkarmak için çabaladım çabaladım sonuç sol elimdeki 4 parmak soba borusuna yapıştı. ikisini çektim ikisi kaldı, onları da yengem gelip çekti kömüre dönüşmeden, annem lohusa olduğu için imdada yetişmekte geç kalmış idi. parmaklarım yerinde neyseki.

-10 yaş civarı, elim ütüye çarpar ve sağ el üst kısım yanar.

- 10dan küçüğüm, çakmakla nasıl oynuyorsam baş parmağım yanar, şişer, şişer ve  2 baş parmak olur.

-13 yaş ocağın birden parlaması pis bir koku koldaki çizgi yanıklar ve yanmış tüyler, amacım gerçekten tüysüz kollara sahip olmak değildi bu arada.

-yaş 19, ağda ısınmış mı diye kontrol eden işaret parmağımın fazla ısınan ağdanın içine batması ve cayır cayır yanması.

-yaş 21, çaydanlığa uzanan elin vay sen misin uzanan, şeklinde tıslayan bir buharla yanması. ben çok yanmamıştır diye düşünürken şimdi serçe parmağımın içli içli sızlaması.

ölümlü dünyada bu kadar yanık bence diğer dünyada beni paklamalı. yoksa karma dediğimiz ne ola ki? belki de kader karşıma bir itfaiyeci çıkarmalı hohoh.

14 Kasım 2009

Aliyy-ül A'la

           

bloga koyduğum tek video. var yani bir kerameti. bakmadan geçmeyin.

13 Kasım 2009

kedersiz tren, plastik vagon



yer tunusbağı caddesi. yansıma paşakapısı cezaevi. telefonum yanımdaymış iyiki. gerzek mp3ümü servise verip dönerken sene 2008 nisan olsa gerek.

12 Kasım 2009

konserve hayat

çok yağmur yağdığı için okula gitmekten vazgeçtim. bunu da dolabın üst kısmından çizmelerimi yağmurda giyerim diye binbir güçlükle çıkardıktan ve dolabın içindeki ayakkabı yığınını yere düşürdükten sonra yaptım. dün de turkish politics dersi arasında sedat peker diyeceğime sedat yalçın dedim zaten ve sedat yalçını, sıcak saatleri izlememiş evrendeki tek türk gencine açıkladım. o da bana bi de  memoli vardı, şimdi ara sokaklar var dedi. bir de sunum yaptım, sahnedeki tek atraksiyonum olan azer bülbül shaking hamlesini de gerçekleştirdim. ellerim gerçekten yoksunluk belirtisi gösteriyorlardı. 


jetgillerdelki rozyi hatırlıyor musunuz işte ben ondan istiyorum. üstüme kalan desperate evkızlığından beni bir tek o kurtarabilir, sonra gidip başka robotlara da aşık olabilir, oluyordu zaten değil mi, hüzünlencem şimdi çavzz.

1 Kasım 2009

çavdar tarlasında bir simyacı

osmanlı tarihi ve demokrasi geçişimizden bitap düşmüş durumdayım. osmanlının varlığından ilk kaçıncı sınıfta haberdar olduk hatırlamıyorum ama işte o sınıftan beri istisnasız osmanlı ve cumhuriyet tarihi gördüm, gördük sektirmeden. yani yarın bir savaşa falan girsek, ayın mayıs olmamasına aldırmadan beşiktaş motoruna atlayacak, kaptan istikamet anadolu diyeceğim, geri kalan  kısmı da amasya belgesi, kongreler, tbmm kurmak sektirmeden yerine getireceğim. halihazırda bir tbmmiz olması sorun değil, çünkü benim yıllardır benimsediğim tek savaş yöntemi bu, her şeyi ona göre yapacağım. kadınlarımıza sırtlarında kurşun taşıtacak, bıyıkları terlemeye başlamış her delikanlıyı, eli silahı geçiniz, sopa tutanı er meydanına yollayacağım. yurdu demir ağlarla örecek, herkese akbil dağıtacağım. başkenti istanbul yapacağım ama. dolmabahçe dururken çankaya da neymiş. ugg devrimi yapacak, bebesinden yaşlısına, kadından erkeğine herkesin ayağında göreceğim. acun ılıcalıyı halkın ingilizce öğrenmesinden ve yabancılarla kaynaşmadan sorumlu bakan yapacak, türkü her milletin dostu yapacağım. 0 bedeni tedavülden kaldıracak, bahsedeni pilates topuna çevireceğim. sevişme sahnesi içermeyen hiçbir diziyi, filmi yayınlatmayacak abaza nüfusumuzu azaltacağım. youtubeu, last fmi kapatan ve kapattıranların seks kasetlerini alkıslarlayasiyorum.com a koyacağım. ha bir de ister düğün ister doğum günü ister cumhuriyet olsun, her pastadan ben çıkacağım.


bir daha osmanlı ve post-osmanlı okumayacağım, çalışmayacağım söz.