30 Haziran 2009

yeni kayıt

ofis işlerinin fiziksel yan etkilerini acı ile tecrübe ediyorum. ve hayatımın geri kalanında ofis ağrıları çekenleri ilgiyke dinleyip vah vah diyeceğime söz veriyorum. bu naçiz vaadimden sonra insanoğlunun tatil benimse dikili dediğim birtakım denizsel ve malaksal ve tabiki ailesel aktiviteye hangi kitapları götürmeliyimin derdine düşeceğim. sanırım her yaz okurmuş gibi görünüp ama bir türlü okumadığım bozkır kurdu bir demirbaş olarak çantada kendine yer bulacak. acaba bu sefer bitirecek miyim heyecanı şimdiden sardı dört bir yanımı şimdiden bak. bu sefer ipod almayacağım, çünkü hep bir yerde unuttuğum ya da kaybettiğim sanrısıyla boğuşmak zorunda kalıyorum. onun yerine cep telefonu kulaklığını alıp, yunan radyoları dinleyeceğim. kaybetsem de üzülmeyeceğim tek eşyam o çünkü ve fedon görünümlü yunan musikisi, kalbimi de çalamaz esasen.

tüm bu gereksizliklerin yanı sıra sapık gibi sims 3 oynayıp karakterimi bones dizisinin başrolündeki kadın yapmam ve kariyerini de bir sokak çalgıcısı ve kleptoman olarak şekillendirmem parmak uçlarımdaki kudret değildir de nedir, sorarım. ve gereksiz postumu okumuş olmanın hüznü ile sizi baş başa bırakırım.

17 Haziran 2009

fikrimin ince stajı

tatil anlayışımı yerle bir eden staj ve mutluluk konu başlıklı günlerimin yıldızıyım adeta. henüz acemi ötesi bir eleman olmanın ezikliğini damarlarımda hissediyor olsam da gönülsüz gönüllülüğümün(kaç harf oldu orda öyle) yeni endorfin kaynakları oluşturacağını asla kestiremezdim. yaptığım iş angarya ötesi bir anket ayıklama işi de olsa, 2 günde dünyanın en hızlı anketokur-gruplar kıvamına yaklaşmış olabilirim. üstelik cevapları okuyarak. çocukların anket sonlarındaki, katıldığınız için teşekkürler ibaresinin altına bizzat "asıl ben teşekkür ederim" yazmaları gibi küçük şeylere sevinir oldum, resmen emeğime değer veriyorlarmış gibi üstüme alınıyorum. yardımlaşma ve sosyal adalet gibi konuların içinde aktif bir özne olmayı hiçbir zaman bir araç ve amaç haline getirmeyi bizzat talep etmesem de bu konudaki pasif yapımın bir gurup velet tarafından çatırdaltılması ve çalıştığım yerin mavi atlas altındaki yeşil örtü, kuş cıvıltıları ve iyilik timsali hoş sohbetli insanlarla süslenmesi ve nihayet bir işe yarıyor olmanın verdiği haz itibariyle, nazarlarınızdan sakınarak(hah) asık ifademi geride bırakacağım günlere gidiyorum. adios amigos!

13 Haziran 2009

üfür püfür püfür

bir vantilatörüm olsa hayat daha güzel olabilirdi. kedi bile değil istediğim, vantilatör. küçükken babam bir tane vermişti 15 cm yarıçapında, dönmeyen. hala dönmüyor.

finallerin dayanılmaz ağırlığı üstümden gittiği için kına yakacağım gerçekten. ama yazı da hiç sevmiyorum yahu ben. sıcaklara alerjim var, sürekli kırmızı bir surat da alameti farikam yazları. hiç hoş değil. stajımın pazartesi başlıyor olması da ayrı bir hüzün. okul bitince hızla askere alınan gencolar gibiyim. off.

dediğim gibi bir vantilatörüm olsa hayat daha güzel olabilirdi.

11 Haziran 2009

ne bileyim ben

sen de yaz yaz bi kenara yaz, temalı blog furyasından merabalar. yazıya deep purpleın türkçe karşılığı olmaya nazır ya da olmuş grubumuzdan bir dize ile başlamam, yazılara şarkı başlığı verme akımının bir alt kategorisi olabilir. ne bileyim ben. aslında türk rock gruplarını ya da kişilerini cool bulmayangillerden değilim, sadece yeterince güzel şarkılar yapmıyorlar kabul edelim. o yüzden ipodumda neden yasemin morinin hiç dinlemediğim şarkılarını bulunduruyorum, açıklayamıyorum. son zamanlarda hiçbir şeyi açıklayamıyorum zaten ya da her şeyin açıklanmadan sonsuza kadar bir bir bilinmeyenli denklem kadar gizemli durmalarını istiyorum en azından. ne bileyim ben. ihtiyaç anında beliveren parlak bir zeka olamamanın verdiği ağırlık ve zincirleme isim tamlamasında zorlanabilecek sınırlar.

3 Haziran 2009

bana cefa ediyorlar, bilmem nedendir

annemle kayıp bir ayakkabıyı bulma serüveninden sonra yorgun ve ellerim boş halde major works of modern art sınavıma çalışmak, tanrının beni imtihana tutmak için izlediği ayrı bir yol olsa gerek. final haftalarında yaptığım her işi bu kadar dramatize etmemi de bir zamanlar uzun araba yolculuklarında radyoda sürekli çalan kayahan'dan "bizimkisi bir aşk hikayesi" ne bağlıyorum. radyoyu kapattığımız zaman, bazı yolculukların üzerimde bıraktığı diğer travma izlerini de albümün en az 5 kez dönmesi bolluğunda zerrin özer best oflu 15 saatlik yolculuklar temalı yazılarımda bulabilirsiniz.

eemm buna da postmodern art diyebiliriz bittabiğ...

special thanx to stumbleupon.