22 Ağustos 2007

es geht mir ...

*balkonu seviyorum manzara olmasa da yoldan gelip geçenlerle vakit geçirebiliyor insan. ayrica akşam üzeri kitap okumak balkonda ayri bir tat veriyor.

*bazen gözüm bir şeye takıldı mı kafam da takılmıyor değil hani.. mesela tay dili ni gördüm az önce seçeneklerde. tay dili konuşmak nasıl bir duygu acaba?

*jeff buckley nin ölmesi kadar hiçbir müzisyenin ölümüne üzülmeyeceğimi biliyorum artık.

*birilerine bi şeyler ödünç vermek hoşuma gitmiyor, sahip olacağımı bilsem de geri gelmemeleri korkusu var. sanırım bazı şeylere sandığımdan daha çok bağlıyım ve insanların da buna saygı duymaları gerektiğini düşünüyorum.

*yaprak dökümü ndeki fikret le nedense, bir trende rastlaşsak, oturup onla saatlerce ağlayabilirmişim gibi geliyor. başımı omzuna dayamadan, elini tutmadan ama karşılıklı oturacağız sadece biz ağlayacağız ve geri kalanlar susacak.

*saçlarım çok fazla dökülüyor havadandır, sudandır, şampuandandır, bizimki de dökülüyor demek üç adet kel amcaya sahipken çok da rahatlatmıyor inanın.

*puzzle ların parçaları birbirlerini kendi başlarına bulabilselerdi ne vardı sanki?

*bir gençlik dizisinde "sizin hiç babanız öldü mü?" şiirini duymak şaşırtıyor ve üzüyor insanı.

*waffel pişirirken aklıma çengelköy deki çikolata dükkanı geldi. küçücük duvarlarında juliette binoche un fotoğrafları ve çikolatalar arasında chocolate dvd si duran. kışın gidip orda oturup, sıcak çikolata içeceğim siz de buyurmaz mısınız?

9 Ağustos 2007

we suffer every day what is it for

huzuru mu arıyordum ya da dinginliği? belki de ikisinin de adresini sormamalıydım cevap alamayacağımı bildiğim halde. ama inatlaşabiliyor insan kendisiyle zaman zaman bir anlam içermesinden ya da öyle olmasını istediğinden. bi şey bulamayınca da sıkışıp kalıyor. söylemek istiyor ama söyleyemiyor yapmak istiyor ama korkuyor. belki sebepsiz yere ama zaten sebeplerin bağlayıcılığından sıkılmadık mı yeteri kadar o yüzden demiyor muyuz artık sebepsiz yere diye.

"bilmiyorum" her zaman verilmesi çok kolay bir cevaptır benim için. köşeye sıkıştığım almanca derslerinden tutun "ilerde ne olacaksın" saçmalığına, en çok da "neden" le başlayıp sonu gelmek bilmeyen cümlelere. ağzımdan öylesine çıkıp çıkmadığından emin değilim. belki de bilip bilmemek çok önemli değildir benim için. ne görüyorsam o vardır gözümde ya da nasıl olmasını istiyorsam öyle algılıyorumdur. çok mu gereklidir "bir şeyi görememen orada olmadığı anlamına gelmez" gerçeğiyle yüzleştirmek kendini?

sanırım aniden gelip beni bulmasını istiyorum sorduğum adreslerin sessiz sokaklarda yürürken ya da kerim amca ya el salladığımda ya da ayağımın dibindeki bir kediyi okşadığımda. belki gerçekten çok uzaklara gitmeye gerek yoktur hakkaten ve "bilmiyorum" u asla geçiştirmek için kullanmamak gerekir...