29 Ekim 2009

çarşaf davası

sokakığımızdaki cumhuriyet coşkusu kendi faşizmini doğuruyor gibi. sanırsınız ki cumhuriyet düğünü var. çamaşır gibi asılan bayrak ve atatürk resimlerinin yanı sıra  10 metrelik bayraklar ve kırmızı beyaz kurdeleler. tabi olağan karşılamak lazım, ülkeyi bittabi satan hükümetin ve açılımın olduğu şu zamanda. ama yakalanan tandansın haydi feysbukla türkün gücünü dünyaya gösterelimden öte izzet yıldızhanla bayrak şova dönüşmesini esefle izliyorum. hiçbir zaman milli duyguların insanı olamadığım bir gerçek,ama kürt asamıyorsakbayrak asalım zihniyetinden rahatsız olduğum kadar, daha düne kadar silahlarıyla birilerini ortadan kaldıran insanların da coşkusuyla karşılanmasından, vadedilmiş topraklara indik havasından rahatsızım. politik çarşafım budur, burdan yakalım.

25 Ekim 2009

tamburi alfred efendi


masanın başında bağdaş kurmuş oturuyorum. gezdiğim bloglardan kafam bulanmış bir şekilde kendi bloguma dönüyor ben de yazacak bir şeyler bulmak istiyorum. ama beyaz kutu içersine döktürebilidiklerim yalnızca son 60 saniye içersinde yaptıklarım. fondaki müzik ise çamaşır makinesinin dönme hareketinden kaynaklanan periyodik bir su ve çalkalanma sesi. vakitsiz bir zamanda çamaşır yıkadığımın farkındayım. aslında şu anda yapmam gereken, önümde duran siyah tükenmezle çalakalem yazılmış röportaj notlarını zenginleştirerek ingilizceye çevirmek. eray ve veyselin anne babasına dair çok fazla bilgi edinmiş durumundayım. ondan sonra da homer kitabevinde yaptığım 1,5 saatlik gözlemimi detaylı bir şekilde temize geçmeliyim. ama benim niyetim 8dekini kaçırdığım için 1 deki merlini izlemek. niyetim bozukki benim. hem insana şevk lazım ama bende yok. keşke blok flütten daha komplike bir müzik aleti çalabilseydim mesela yan flütüm olsaydı aslında tamburum olsun isterdim ya da kanun. of seçmek çok zor. iyisi mi gitarım olsaydı diye odaklanayım hem hayali hem de kitlelere ulaşmak daha kolay öyle. offf.

19 Ekim 2009

neredeyse.

annem bavulunu kapatmaya hazırlanıyor. ama bu demek değil ki orhan pamuk'un babamın bavulu konseptli bir yazı okumak üzeresiniz, hayır, çünkü bu yıl da nobeli alamadım, artık, yaşar kemal ile ıslatmaya giderim bunu. neyse. yaşar kemal'le görüşmek harikulade olabilirdi  ama. annem, almanyaya gidiyor. ailenin bu gurbetle olan bağlantısı artık bıkkınlık veriyor, sevgili akrabalarım, artık dönün memleketinize ki benim de aklım kalmasın annemde.

dedem de bu akşam düşüyor memleket yollarına. giden gidene yani. hazan mevsiminden girip, martılara sardırıp sedat yalçın felsefesi koyabilirim ortaya o derece. birilerinin gitmesi kadar can sıkıntısı yaratan bir şey yok. mutsuz değilken, öyle olmalıymışım gibi hissetmekten de nefret ediyorum, olmalıymış gibi geliyor çünkü midemin üst kısmında böyle anlarda ortaya çıkan boğazdaki düğüm benzeri ağırlık, yaşamdan yeterince soğutabiliyor insanı.

bu günkü okuldaki çalışma bursu mülakatım da başarısızlıkla sonuçlandı. fail-fail. ayrıca oturup ödev yapmamız gereken partnerim de tüm girişimlerimi üstün bir başarı ile savşturuyor gibi. bir ödev de ancak bu kadar berbat olabilirdi. pess. ileri tuşuna basıp kendimi 1 ay sonrasına alabilir miyiz, lütfen lütfen?

tabi iyi haberlerim de var, mesela her yıl bir yenisini eklediğim ama devamını getirmediğim kulüp aktivetelerim gibi. bu yıl da cinskulübe girdim. toplumsal cinsiyet, kadın hakları, cinsel taciz konularına eğilen kulüp aslında pek beklediğim gibi çıkmadı. daha bir eşcinsellik ve toplumun bu konudaki yaralarına  bizzat eşcinsel olarak eğiliyorlar. bunu beklemem gerekirdi aslında, oraya giden insanların sırf benim gibi safi bir merak dışında amaçları olmasından daha doğal ne olabilirdi? neyse bu vesileyle hayatımda ilk kez bir pazar akşamını çoğunluğunu eşcinsellerin oluşturduğu bir grupla geçirdim. baya da iyi vakit geçirdim denebilir. insanların bu kadar açık olmaları güzel bir şey ve sanırım eşcinsellerin çoğu gerçekten eğlenceli kişilikler. önyargılardan kurtulmak zor olsa da en azından hiç yargılamamayı deneyimleyebiliyior insan. kulübe ne kadar devam edeceğim bakalım. basic düzeydeki homotik saptamalarımı da aktardıktan sonra aranızdan ayrılıyorum dostlarım.

10 Ekim 2009

fashionable.

şablonu yeniledim evet. 10 yıllık evlilikten sonra yeni saç rengini modelini  farkedilmeyen kadının, kocasının gözüne sokmaya çalıştığı gibi de söylüyorum evet. neden, buzdolabından çıkan mandalinamın ılımasını bekliyorum çünkü. ve bu bekleyiş beni varlığımın nedenlerini sorgulamaya itiyor, isyanlara sürüklüyor ama olmayan sesim de çıkmıyor zaten neyse.

atilla dorsay bu gün, son yıllarda yerli ve yabancı basında okudukları gösteriyormuş ki artık ne kadar çok saçmalarsanız o kadar çok tutuluyormuşsunuz. bunu da zaman yolcusunun karısı adlı filme şey ederek söylemiş. ve fountain'dan bile saçma bir film olduğunu hatta onun bunun yanında başyapıt kalacağını falan yazmış. şimdi şöyle ki atilla dorsay, aklıma iki yıl önce indirdiğim ama izlemediğim filmi getirdi bu gece izleyeceğim fountain. bir de mazi yarası filmine bir eleştiri yazmış, yönetmenini tanıdığı ahbabı olduğu belli. adam göçmüş gitmiş, toprağı bol olsun da film için bu sefer de olmamış demiş. tamam bir meslek etiği benimsenmiş olabilir, sanata saygı almış başını gitmiş olabilir ama bence friendship comes first olmalı artık. bu filme taş çatlasa 3-5bin kişinin gideceği belli bi gidin görün bu adam ne çekmiş merak edin diye yazıversin ki adamcağız mezarında ters dönmesin.  OLMAMIŞ ne demek. insaf yani.  bence emeğe saygı böyle olmalı biraz da.
                                                                                                                                                 
filmin yönetmeni hakkında zerre bilgim yok belki zamanında iyi film çekmiştir, övülmüştür googlelayın. gerçi atilla dorsay da görüşlerine saygı duyulası biri. ben de benimkini bildiriyorum ve ölmek üzereyseniz ya da ölmüşseniz insanlar birden sizi umursamaya başlar sözünü ispat etmeye çalışırcasına da bunu yazıyorum. öff.


9 Ekim 2009

parasetomol days.

burnum ve sevgili akciğerlerim pazartesi gününden itibaren okulda salgın boyutuna ulaşan gribin öksürük ve sümük dalgası altındalar. burnum solaryuma girmiş gibi görünüyor ve gerçekten bir veremlinin yanımda haline şükredeceği kadar öksürüyorum. sesim de 900lü hatlara layık bir biçimde seksi ayrıca.

dedem bizde ve beni 10 dakika arayla görmüş de olsa nasıl oldun diye sorup duruyor. ama ne yazıkki parasetomol pek yardımcı olmuyor cevaplar konusunda. iki günde 3. baskıya ulaşan hikayelerini de anlatsa, sevimliliğini asla kaybetmeyen bir dedem var.

bütün şuruplar berbat ve hiçbir hap griple savaşma konusunda göründüğü kadar cesur değil.

5 Ekim 2009

g-ü-n-a-y-d-ı-n restoran

daha 1 saat uyuyabilecekken uyuyamanın hüznü var yastığımda blog. boğazım gıcıklanıyor, hasta olacağım çünkü. hiç pastilimiz yok oysa ve yol üzerinde şu saatte pastil alabileceğim bir yer de yokk. ntvnin sitesinde hava durumu için undefined yazması da ayrı bir sbah afyonu. pazartesi sendromunun sapına kadar çörekleneceği şimdiden belli bu sabahta ben de madem uyandım ispanyolca ödevimi yapayım bari dedim. sabahın köründe, martanın kocası brunonun günlük işlerini yazdım. o kadar monoton bir hayat yazdım ki brunoyo, marta oğulları hugoyu alıp onu terketse yeridir. sabah sabah aile parçaladım hemi de ispanyol olanından. buradan adı jose ile başlayan yapımcılara selam eder, senaryo kabataslağı olabilecek ödevimi dizi yapıp tez zamanda starda yayınlamalarını temenni ederim. öptüms.

4 Ekim 2009

paragrafsızlığın hükmü

hellöğ,

dün gece yatmadan önce the fallu izledim ve hemen uyudum. hiçbir şey olmadı. biraz hd rüyalar görmeyi beklemiştim oysa. film için konu neyse de lakin, amma güzel görüntülerdi vesselam. sakalım olsa keserdim yani. ama aklıma baraka da geldi çamurdan adamların ritüellerini izlerken. bariz o sahne kopyalanmış idi. farkettim tabiğ, rica ederim. diğer diğer yandan, okul hiç de harika değil, okunacak çok şey var. o kadar çok ders aldım ki en sonunda siyaset konusunda tamamiyle kültürlenip tüm solcu ve sağcılara ağzının payını verebileceğim, bunun için okul bitiriyorum yani bılog. daha kutsal bir amaca hizmet eden? o kadar işte.

hayat kısa, cümleler uzun ne yapalım yani?