19 Ekim 2009

neredeyse.

annem bavulunu kapatmaya hazırlanıyor. ama bu demek değil ki orhan pamuk'un babamın bavulu konseptli bir yazı okumak üzeresiniz, hayır, çünkü bu yıl da nobeli alamadım, artık, yaşar kemal ile ıslatmaya giderim bunu. neyse. yaşar kemal'le görüşmek harikulade olabilirdi  ama. annem, almanyaya gidiyor. ailenin bu gurbetle olan bağlantısı artık bıkkınlık veriyor, sevgili akrabalarım, artık dönün memleketinize ki benim de aklım kalmasın annemde.

dedem de bu akşam düşüyor memleket yollarına. giden gidene yani. hazan mevsiminden girip, martılara sardırıp sedat yalçın felsefesi koyabilirim ortaya o derece. birilerinin gitmesi kadar can sıkıntısı yaratan bir şey yok. mutsuz değilken, öyle olmalıymışım gibi hissetmekten de nefret ediyorum, olmalıymış gibi geliyor çünkü midemin üst kısmında böyle anlarda ortaya çıkan boğazdaki düğüm benzeri ağırlık, yaşamdan yeterince soğutabiliyor insanı.

bu günkü okuldaki çalışma bursu mülakatım da başarısızlıkla sonuçlandı. fail-fail. ayrıca oturup ödev yapmamız gereken partnerim de tüm girişimlerimi üstün bir başarı ile savşturuyor gibi. bir ödev de ancak bu kadar berbat olabilirdi. pess. ileri tuşuna basıp kendimi 1 ay sonrasına alabilir miyiz, lütfen lütfen?

tabi iyi haberlerim de var, mesela her yıl bir yenisini eklediğim ama devamını getirmediğim kulüp aktivetelerim gibi. bu yıl da cinskulübe girdim. toplumsal cinsiyet, kadın hakları, cinsel taciz konularına eğilen kulüp aslında pek beklediğim gibi çıkmadı. daha bir eşcinsellik ve toplumun bu konudaki yaralarına  bizzat eşcinsel olarak eğiliyorlar. bunu beklemem gerekirdi aslında, oraya giden insanların sırf benim gibi safi bir merak dışında amaçları olmasından daha doğal ne olabilirdi? neyse bu vesileyle hayatımda ilk kez bir pazar akşamını çoğunluğunu eşcinsellerin oluşturduğu bir grupla geçirdim. baya da iyi vakit geçirdim denebilir. insanların bu kadar açık olmaları güzel bir şey ve sanırım eşcinsellerin çoğu gerçekten eğlenceli kişilikler. önyargılardan kurtulmak zor olsa da en azından hiç yargılamamayı deneyimleyebiliyior insan. kulübe ne kadar devam edeceğim bakalım. basic düzeydeki homotik saptamalarımı da aktardıktan sonra aranızdan ayrılıyorum dostlarım.

5 yorum:

  1. kanımca gitmek her zaman daha can yakıcı olmuştur. bir yandan gidenin manik bir hali de vardır tabii, kalanlar daha ziyade depresiftir. bilemiyorum, bu giden-kalan hususunda pek çok boyut var sanırım. hem annen gelirken size çikolata getirir, başka güzel şeyler alır belki, üzme kendini. kendi ailemden örnekler vererek seni durumuna şükredecek hale getirirdim, ancak bunu yapmayacağım canım seda.

    ben de burada bir eşcinsel partisine gitmeyi planlıyordum, ancak "queerbucks coffee"de olduğunu görünce hemen vazgeçtim. bilemedim ki iyi mi yaptım.

    ödev yazmada sorun çıkaran partner meselesinde yeni bir yaklaşım: "lan at kafası!" ivedilikle düzelecektir. bir de öyle sanıyorum ki, almanca konuşmak zorunluluğu beni bir halit ziya uşaklıgil'e çevirdi. ne biçim yorum yazdım öyle ya?

    YanıtlaSil
  2. bu gitme mevzularındaki hissiyatım: anneannemi uğurluyorduk bana sana ne getireyim istersin dedi, ben de "sen geri gel başka şey istemem" demiştim ve anneannem bir daha hiç dönmedi, gittiği yerde sonsuza dek kaldı. bir daha asla bunu söylemedim.

    eşcinsel eventlere aynı dönemde ilgi duymamız da ilginç hakkaten. toplumsal duyarlılıkta canlanma var.

    senin halit ziya'yı, benimse yaşar kemal'i aynı post içinde anmamız da, olmayan edebi derinliği kattı bence olaya ha ne dersin?

    YanıtlaSil
  3. Eşcinsellerin kurtuluşu, heteroseksüelleri de özgürleştirecektir. Bakmayın quoteyle başladığıma öyle çok ciddi bişiy sölemicem. ama eşcinseller iyidir. en azından eğlenceliler. Benim travesti bi tanıdığım var taksimde midye satıyo.midyeyi hep ondan alıyorum, kimse ondan daa güzel midye yapamıyor. başka diyeceğim yok. :)

    YanıtlaSil
  4. a.t.ç,

    doğrudur. ben de midye sevmem ama satanı severim.

    YanıtlaSil