10 Aralık 2007

this is a weeping song

bir şarkının hüznüne kapılır gibi oluyor insan hatıralar gelip yokladıkça. tutulması gerektiğini hissettiren bir yas sarıyor etrafını. geçmişin gözleriyle görmek istiyor. eskiden olduğu gibi hissettmek. ne varki geçen zaman her hatırayı sessiz bir gemiye koyup yolluyor geçmişin sisleri arasına farkettirmeden.

insanın hatıralarına veda edecek şansı olmaması, sözcükleri hep içinde tutması kötü, çok kötü...

14 Kasım 2007

hiçbir zaman bir başlığı olamayacak olan yazı

kışları okulun tatil olması bence en büyük nimetlerden biridir. neden mi? ne kadar boş geçirirsem geçireyim vaktimi kesinlikle can sıkıntısı diye bir şey duymuyorum. bunu kışın günlerin kısa olmasından tutun, tv de izleyecek daha güzel şeyler olmasına ya da mevsimin kış olmasından mütevvelit herkesin evde oturmasından ve msn listenizde her zaman muhabbet edecek birinin hazır olmasına dek pek çok nedene bağlayabilirim. hepsi de geçerlidir tarafımdan. lover of the arctic circle diye bir film izledim pazartesi aslında derailed ı mı izlesem bunu mu izlesem diye ikilemde kaldım önce. ama sonra sözlüğün gazına gelip ilkini tercih ettim ve çok da sevdim filmi. bence damarında ispanyolluk dolaşan her insan evladı güzel film çeker latinleri de ekleyerek iddia edebilirim bunu . ve yine damarında ispanyolluk ve latinlik dolaşan herkes iyi rol kesebilir bunun nedeni de sanırım ispanyolların ve latinlerin cidden sundance gibi festivallerde en iyi senaryo ödülü alacak tarzda hayat hikayelerine sahip olmaları ve herkesin de ne kadar rezil olursa olsun bu hikayelerde sevecek bir taraf bulmaları da ilginç bir şey bence. aslında daha ilginç doğrusu garip bulduğum şey bir milletin (yahut ırkın mı desek) kurmaca hikayelerini son derece ilginç bulmama karşın serap ezgü deki hatice teyzenin mehmet amcanın gerçek hikayeleriyle zerre kadar ilgilenmiyor olmam. ilgimi çeken şey kurmacadaki zeka pırıltıları mı ya da ilgimi çekmeyen şey gerçek hikayelerdeki insanların acınırlığı mı? babam ben küçükken dilenen birine para vermek istediğimde dilenen birine asla acımam gerektiğini eğer birine acımam gerekirse buna çok daha layık insanların olduğunu söylemişti aslına bakarsanız bana nasıl acımam gerektiğini öğretmişti. hayatım boyunca sadece birkaç dilenciye para vererek o da gerçekten zor durumda olan(sakat olan vs) babamın bu konuda pek başarılı olduğunu söyleyebilirim. ama amores peros daki dilenci kılıklı adama gerçekten acımıştım ve o filmde bir rolüm olsaydı çıkarıp tüm paramı verebilirdim ona. oysa her gün dışarda gördüğüm ayyaş dilencilerden ne farkı vardı? nasıl oluyordu da ona karşı empati kurabilirken bana yalvaran insanların önünden bazen yüzlerine bile bakmadan yürüyüp geçebiliyordum?

evet yine başladığım yeri unuttuğum bir yazı oldu sanırım asla tek bir noktaya odaklanmış bir yazı yazamayacağım şu hayatta. aslında şimdi bitirmek isterdim ama bu kadar dağıtmışken devam etmenin ne sakıncası olabilir filmlerden devam edelim öyleyse.

dün akşam just like heaven ı izledim. the cure şarkısı olarak her ne kadar güzelse film olarak o kadar sıçış bi filmdi kanımca. bence o şarkıyı asla yansıtmayı başaramamıştı güzel sahneler vardı evet ama sadece görüntünün güzel olduğu sahneler işte. kendimi ratatuy daki anton ego gibi hissettim şu anda o yüzden daha da bi sevmiyorum şimdi filmi.

bu gün de walk the line izledim nihayet. evet fiona bana vermişti cdsini ama izlememiştim işte her neyse. filmi beğenerek söylüyorum ki bence bir müzisyenin hayatını anlatan film asla kötü olamaz nedeni belki müzisyeni hiçbir şekilde kötü anmamak istememiz ya da bu bu tip filmlere bu önyargıyla yaklaşmamız olabilir bilmiyorum bence ikincisi ama.

dün akşam tudors u da izledim ah ne güzel diziymiş başroldeki herif amma kasıntı oynuyor ahanda jurassic parktaki yazar kardinal olmuş derken araya tudors sezon finali diyen bir reklam girdi. kendimi her güzel şeyin sonuna yetişen bahtsız bir insan olarak hissettim. aslında tam olarak öyle değil gidip diziyi okulda indirebilirim baştan sona ama bk ya olan güvenim sarsıldı. heroes ikinci sezon klasörünü ikinci bölümü koymadan yapmak da neyin nesi oluyor böyle kendini bilmez paylaşımcı insanları heveslendirip daha sezon başındayken heveslerini kursaklarında bırakmak ??? eksik dosyalar indiresin bedduası ediyorum sana!!! evet heroes a devam edemiyorum ikinci bölüm olmadığı için 3 ten devam etsem 8 e kadar izlesem ikinci bölümü de pazar günü cnbc e de izlesem mi acaba? çok kararsızım...

6 Kasım 2007

you better run

yalnız yaşamak insana güzel hisler verebiliyormuş biliyor musunuz? ama öyle melankolik elimde kahve camdan bakarım tribinden bahsetmiyorum. bu gün ev için alışveriş yaptım sevgili okuyucularım. bi şeyler alırken ilk defa başkasını da hesaba kattım. ezgi bunu sever mi diye falan. hem okuyan hem kardeşine bakan ablayım ne de olsa(keyfime dokanmayın). sonra eve geldim, kerim amcayla günlük selam alışverişimizi yaptık, içeri girdim ve ezgiye kızmaya başladım" neden dersaneye gitmedin allah belanı verecek!!" şeklinde. otoriter, kardeşinin derslerini asmasına izin vermeyen, sorumluluk aşılayan ablayım(dokanmayın keyfime). sonra soframıza oturduk, pancar turşusu kavanozunu yarıladık, oysa daha bu gün almıştım. yani aşersek ancak bu kadar yerdik diyeyim size. hayvan mıyız ne noluyoz lan? günün en sevdiğimiz saatinde sohbet ettik, gün içerisinde başımızdan geçenleri anlattık aşk hayatlarımızdaki son gelişmeleri aktardık. şahane abla-kardeş diyaloglarına giren überablayım(bi şey mi demiştiniz).

you better run
you better run
you better run
you better run
...

29 Ekim 2007

püff

bu kadar sıkıcı bi başlık koymak istemezdim esasen ama kendimi bile neşelendirmekten uzak bi haldeyim. mat vizesi öncesinde ve okumaların en çok olduğu haftada anne-babamın yurtdışına gitmesi üzerine de şiddetli grip olmak beni benden etti gerçekten. aslında halimi git gide size acındırabilirim ama üşeniyorum. battaniyeye bürünmüş haldeyim önümde gerzek türev soruları ve sümüklü mendiller falan mutfak dökülüp saçılmış vaziyette sınava çalışma moduyla dağıtabildiğimizi dağıtmışız ortalığa ezgiyle. tam öğrenci evine dönmüş halde ev. nescafe içecek kupam bile kalmadı a.q. her neyse pek sıkılmaktayım özellikle şu göz çeşme burun çeşme hallerinden ve hapşırıktan gına geldi sayın grip lütfen gidip artık başka bünyelere musallat olup beni benle baş başa bırakınız. akşam annem aradı günde iki kez arıyor tam telefonu beleş buldun heralde dicektim hakkaten beleşmiş. hatta hiç görmediğim canı pek sıkılmakta olan kuzenim bu beleşliği eğlenceye dönüştürüp herkesi arayıp "deine oma stinkt!" deyip kapatıyormuş. takdir ettim kızı esasen ama bana da aynısını yapınca hoşuma gitti diyemem çünkü "ich habe keine oma".

şu dakikada okulun gerekliliği üzerine derin derin düşünmekteyim gerekli olduğunun bilinceydim ama okula gitmesem çok büyük şeyler kaybedeceğimi düşünmüyorum bi şey kazandığım da yok eni sonunda. ne bileyim şimdi bi kafede garson olmak akşamları bi yerlere gitmek böyle küçük küçük işlerle uğraşıp sonunda mutlu olabilirim ve öyle de devam edebilirim. yazın bi adam görmüştük phoebe hanımla rexx in orda mıydı neydi bi ingiliz oturmuş viking usulü falımıza bakıyordu. belki bunu büyük bir başarısızlık olarak görebilirsiniz bi yabancının türkiyeye -kahve falının şaşmaz doğruluğuna inanan bi milletin diyarı- gelip de viking falına bakmasını. ama adam gayet memnundu hayatından biz de ondan. keşke kahve falına bakmayı becerebilsem yanıma bi paket kuru kahveci mehmet efendi kahvesi alır düşerdim yollara walla.
bi ara el falına bakmaya sardırmıştım ama o çok sıkıcı biliyor musunuz çünkü insanların avuç içleri birbirine ya çok benziyor ya da çizgiler o kadar silik ki sanırsınız elini zımparalamış bu şahış. her ne ise üstelik atıp tutabilme kapasitenizi sınırlayan bi yapısı var el falının.

chris isaak ve simon and garfunkel müzik dünyamın son yıldızlarıdır efem indirin indirin dinleyin...

ahmet mithat beyi de pek sevdim gerçekten komik bir adam hakkaten yazdıklarıyla. öyle diyalogların bir zamanlar gerçek olması garip ve komik geliyor hakkaten felatun beyle rakım efendi yi de okuyunuz yani tanzimat hakkında da bi fikriniz olsun ne var yani?

23 Ekim 2007

dün gece bir rüya gördüm

evet dün gece bir rüya gördüm uzun zamandır gördüğüm hiçbir şeyi hatırlamıyordum ama bunun kalıcı bir tarafı vardı, ne miydi? rüyamda bi kaç yıl öncesindeki halimdeydim ve ilerisi(bu zamanlara tekabül eden) için hayal kuruyordum. uyandığımda bi süre ayrımına varamadım ne için uyandığımın liseye mi gidecektim yoksa üniversiteye mi? garip bir duygu hangi zaman dilimi içerisinde olduğunuzu bilmemek. gerçekten ayrımına varamadım bana hatırlamama yardımcı olacak bi şey aradım geçen zamanı bilmeme yarayacak ve terliklerimi gördüm. evet şu anda ayağımı ısıtan bi çift kedili mavi terlik aslında bir hatırlatıcıymış( 2. kışlarını yaşamaktalar şu anda). ne yaptığım işler ne de bildiklerim nerde ve hangi zamanda olduğumu anlamamda şu terliklerin performansına ulaşmış değiller. şaşırtıcı ama gerçek ve üzücü. ama allah ın işine bakın ki terliklerim için durum tam aksi hiç görmedikleri kadar takdir görüyorlar şu an benden ve blogspotta kendilerine bir yer ediniyorlar.

18 Ekim 2007

parsely,sage,rosemary and thyme

"nur keine panik so schlimm wird es nicht"

en sevdiğim söz bu oldu şu günlerde neden mi çünkü bu cümle hayatımın merkezine öturmuş durumda yapmak istediğim ya da yapmam gereken her şeyden önce bu geliyor artık. kötü bir şey bu biliyorum ama umursamıyorum. umursamazlığı bu kadar benimsemiş olmaktan da hoşnut değilim ama insan hoşnut olmadığı durumlara bile iyi gözle bakabiliyor. bu gün sınavım vardı dün çalışmam lazımdı üstelik sevdiğim ders sosyal ve toplumsal bilimler. her neyse hiçbir şey bilmeden girdim bir soruyu doğru cevapladım gibi diğerine ise vermem gereken cevabın birebir tersini yazdım(= sınavdan sonra kendimi salak hissettim dedim ki bi daha çalışcam söz şimdi yine yarın sınav var üstelik bi öncekinden düşük almıştım bu sefer bi şeyler biliyorum ama yarım yamalak tabirinde oturup çalışacağım yerde simon and garfunkel dinliyorum "kadife kadife sesli adamlar beni ağarlarlar" ne şahane insanlar var dünyada diye hayıflanıyorum ve şahane insanları takdir edebildiğim için kendimle gururlanıyorum.

fena halde uyku bastırdı öyle ki ümit yaşar ın bi şiiri ayten e bezemesi gibi ben de her yeri uykuyla bezeyebilirim. yatmadan önce ders de çalışabilirim ama seçme hakkı benim ve paşa gönlüm uyumamı istiyor.

8 Ekim 2007

şarkıların aslında demek istedikleri

ne beni anlatan bir film, ne içinde yürüdüğüm bir hikaye ne de dinleyenleri hislendiren bir şarkım var. hiç şüphesiz ki tanrının yaratırken yürü ya kulum dediği ademoğullarından değilim. tanrı beni bir başıma bırakmış kamerayı elime vermiş, fondaki müziği bana bırakmış ve hikayeyi benim yazıp filmi benim çekmemi istemiş. etrafa küçük ilham kırıntıları serpiştirmeyi de unutmamış. ama benim payıma hep dinlemek hep izlemek ve hep okumak düştü şimdiye kadar. belki kamerayı tutmasını beceremiyordum, kelimelerle nasıl oynanır haberim yoktu, kulağım da yoktu kim bilir.

bazen her şey o kadar mantıksız gelebiliyor ki, en ufak şeyin bile altında neden ararken buluyor insan kendini. nedenleri sıralamak istiyor ki hayatındaki bilmeceyi çözebilsin sonra tıpkı tüm ipuçlarını toplamış avcıların hazineyi buldukları andaki mutluluklarını duysun. her şey aslında tek bir şeye bakıyor gibi değil mi? mutluluk. içimizde yeşerttiğimiz her umut mutluluk kat sayılarıyla doğru orantılı. hayallerimiz bile gerçek dünyanın hesapları dışında tek başlarına var olamıyolar artık. neden? çok düşündüğümüzden mi, çok şey yaşamak arzumuzdan mı yoksa nitelik-nicelik arasında gidip gelmemizden mi?

her şeyi bilir gibi gözüküp, aslında çok az ya da hiçbir şey bilmediğimiz sularda dolaşmak tam da kendimizden beklediğimiz hareket. kimileri için anlamlı olması yeter kimileri için hiçbir anlamı olmaması farketmez. kime, neye göre davranıyoruz? kime, neye göre yaşıyoruz?

bize hayatta soru sormanın cevaplar bulmaktan daha değerli olduğunu öğreten zihniyeti bi güzel dövmek isterdim. kızıyorum onlara çünkü bir şey bilmemenin erdem olduğuna inandırdılar bizleri. her şeyi bi şeylerin içine gizlememizi öğütlediler. sonunda kaybolduk işte elde bozuk pusula ve olmayan bir rota ile...

1 Ekim 2007

nedendir bilmem

canım çok sıkıldı şimdi hakkaten. ama öyle böyle değil. hani amaan ya dersiniz gelir geçer dersiniz ya yok öyle değil. çamura saplanmış boşa dönen tekerlek gibi hissetmekteyim. birazdan yatacağım. zaten ne zaman canım sıkılsa gidip bi yere yatarım. ya da gider buzdolabı önünde otururum, otururdum. çünkü ben bir kolikim. uzun uzun bunun ne demek olduğunu açıklamak yerine bilinizki arkadaşınız pürüpak için sessiz çalışan buzdolaplı bi ev cehennemden bir daire gibidir(tabiki abartıyorum) işte bu duruma da kolik deniyor bu sebepten eski buzdolabımızı özledim. gerçekten özledim ama. zaten ne zaman yeni bi şey eskinin yerini alsa istisnasız özlerim ben. hiç sevmediğim nefret ettğim bi şey olsa bile. misal eskiden annemin taa çeyizinden olan bi televizyon vardı. inferfunk marka. ben diyeyim öküz siz deyin deve gibi tipsiz kocaman bir televizyon. ikide bir tüpü biterdi ya da 35 numara terliğe eşit boyuttaki kumandası çalışmazdı bi türlü. bi de açılırken tıslardı meymenetsiz sanki biz rahatını kaçırıyormuşuz gibi. günlerden bi gün benim küçük sarı kuşum nasıl bir kamikaze olduysa bu televizyonun durduğu vitrinin arkasına düştü. hayvancağız çıkamıyor. çıkabileceği tek delik de bu televizyon arkasındaki boşluk lakin tvyi çekmek gerekiyor. ben o zaman aşağı yukarı 10 yaşındayım (allahım nerdeyse 10 sene olmuş) bu televizyonu tam 20 dakika kucağımda tuttum( üstümden boşanan kan terin, kuşum ölecek diye akan göz yaşının hesabını yapmaya gerek yok tv nin 20 kilo falan çektiğini düşünürsek) ama bu kuş gerçek bir kuş beyinlilik örneği gösterip o 20 dakikada sadece başını televizyon ile vitrin arasındaki boşluktan çıkarmayı başardı. neyseki ben artık sınıra dayanmışken anneannemle, annem çıkıp geldiler beni ve kuşumu bu azaptan çekip kurtardılar üstüne de yarım saat güldüler. ondan sonra televizyonla aramdaki münasebeti anlatmaya gerek yok. babam alıp götürsün diye gözünün içine bakardım. en sonunda babam tık nefes götürdü televizyonu hem de televizyon hastanesine tüpünü doldurtmaya değil. ama o televizyon gidince salondaki boşluk ister istemez içimde de bi yerde oluştu. tüm çizgi dizilerimi izlediğim, gece gizlice açıp baktığım kocaman yaşlı televizyon cidden üzülmüştüm. zaten kuşum da kaçıp gitmişti. o yüzdendir ki benim için yenilikler kolay değildir aptal bir tv nin arkasından üzülebilir, onca uğraş verdiğim salak kuşun hala yasını tutabilirim aklıma geldiği zamanlar. ev eşyalarına duyduğum sadakati komik bulabilirsiniz ben de buluyorum şahsen ama çocuktum o zamanlar ve insanlar çocukluklarını düşünüp hem hüzünlenip hem de gülümseyebiliyor işte...

god asks you a question: "where are you now?"

uzun yolculuklar yapmaktayım artık. pek farkına varmıyor olsam da esneyerek uyanıyorsam her yolun sonunda, yeterince uzun demektir. eğer bir mp3 tanrısı varsa kendisine buradan teşekkürlerimi sunuyorum, kendisi olmasa asla uyuyamazdım zira. yolculuklarım da bu kadar keyifli olmazdı. şarkılar playlistte oynaşa dururken hiç geçmez mi aklınızdan birisi ya da birileri bu şarkıları sizin için yazmış, mühendisler oturmuş şu aleti sizin için dizayn etmiş. aslında genel bir bakış açısından zaten öyleki diyebilirsiniz. en nihayetinde bizim gözümüze, kulağımıza sunulan şeyler bunlar. ama "bizim" i atıp, yerine "benim" diyemez mi insan? ben diyorum şahsen, " bu şarkı benim için yazılmış yahut bu film beni anlatıyor" safsatalarından çok ben, benim diyebiliyorum gördüğüme, duyduğuma ve en tabi sevdiğime. sahiplenme güdüsünün ben de tavana vurduğu bir gerçek bazı zamanlarda, işte o zamanlarda bencilliğim de artar. tanrının bize verdiklerini paylaşıp artırma değil, kendime saklayıp yok etme arzusu ağır basar. bunu kötü bir şey olarak görmediğimi de ekleyeyim. eğer bunun doğru olması gerekseydi, tanrı tüm kartları açık oynamamızı isterdi değil mi?

mp3 tanrısı şu sıralar uyumama fırsat vermeyerek, sıklıkla playlistte aynı şarkıyı döndürüp soruyor: "neredesin?"

19 Eylül 2007

all beauty must die

inanmak isterdim yalandan bir kahramanın samimiyetine. etrafındaki her şeyin gerçekliğine bi tek şüpheye düşmeden. ya da hiç bilmemeyi isterdim onun yalandan olduğunu eğer seçme şansına o değil de ben sahip olsaydım. yalandan da olsa ipler onun elinde. o nasıl isterse öyle olur çünkü kahramandır. ardından ne yapsa yeridir diyeceğim kadar bayık da olsa baysa da beni. sıkılıyorum ondan bazen düşünüyorum nasıl yok ederim onu diye? yerine başkası olsun diye değil. yok olsun sadece. çıksın gitsin benden. bir kez ağlarım giderken o kadar çok ağlarım ki, kimsenin görmediği kadar, gözyaşından yapılmış bir denizin gerisinden uğurlarım onu. hiç bilmediğim bir yerde olduğundan emin olana kadar ağlarım. son olarak mendilimi atarım suya. sayarım içimden 7 ye kadar. başka sayı olmaz çünkü 7 en güvenilir sayıdır. 7 de kaybolmuşsa mendilim suda, hayallerimin de ötesine gitmişsin demektir, kimse bulup incitmez seni artık.

yalandan kahraman...

16 Eylül 2007

highway star

bu gün okula kadar ben kullandım arabayı. keşke teypte highway star çalsaydı. ama içimden söyledim. çünkü ilk dinlediğimde kafama koymuştum, bu şarkı ben ilk kez araba kullanıyorken çalacak. belki uygulamaya geçmedi , copilot mucip bey duymadı şarkıyı hiç ama ben çok eğlendim.

nobody gonna take my car
i'm gonna race it to the ground
nobody gonna beat my car
it's gonna break the speed of sound
oooh it's a killing machine
it's got everything
like a driving power big fat tyres
and everything

i love it and i need it
i bleed it yeah it's a wild hurricane
alright hold tight
i'm a highway star

nobody gonna take my girl
i'm gonna keep her to the end
nobody gonna have my girl
she stays close on every bend
oooh she's a killing machine
she's got everything
like a moving mouth body control
and everything

i love her i need her
i seed her
yeah she turns me on
alright hold on tight
i'm a highway star

nobody gonna take my head
i got speed inside my brain
nobody gonna steal my head
now that i'm on the road again
oooh i'm in heaven again i've got everything
like a moving ground an open road
and everything

i love it and i need it
i seed it
eight cylinders all mine
alright hold on tight
i'm a highway star

nobody gonna take my car
i'm gonna race it to the ground
nobody gonna beat my car
it's gonna break the speed of sound
oooh it's a killing machine
it's got everything
like a driving power big
fat tyres and everything

i love it and i need it
i bleed it
yeah it's a wild hurricane
alright hold on tight
i'm a highway star
i'm a highway star
i'm a highway star

9 Eylül 2007

pürüpak tan dünyaya

son dönemlerde neler yaptığımıza bakıyoruz ve başlıyoruz buyrun en son yaptığım iş: c.r.a.z.y. izlediğim en güzel film mi desem dünyanın en güzel üç filminden biri mi desem ne desem ki sizin bu filmin mutlak görülmesi gerektiğine inandırsam. farzedin ki bildiğiniz tüm iyi sıfatları hakkediyor bu film fazlacana abarttık ama sevdim işte yani ne desem hoş olacak bundan gayri film hakkında. bi de yüzyıllık yalnızlık ı bitirdim. gidip bi yerlerden bulun ya da alın ama mutlak okuyun dünyanın en güzel üç kitabından biri midir bilemeyeceğim de okuduğum en güzel kitap değildi. wish you were here adlı eseri live versiyonundan dinlemenizi de şiddetli tavsiye ediyorum yani insan bi kez dinlemeli böyle şarkılar ama tabi zamansız dinlemeyin bombok olduğunuzla kalıyorsunuz. şu sıralar pek tiyatro meraklısı olmadığımdan, en son gittiğim serginin de iki yıl önce bitmesinden dolayı bu gibi kültürel işlerden şu şu şahane görmediniz mi allah belanızı versin gibilerinden bir şeyi asla duyamazsınız benden. bi de taksim de sağda solda inekler var. nedir onların hikayesi?sütaş bu kadar mı içimizde artık? allahım akıl fikir ver sen, sanatkar kullarına. okullar da açılıyormuş yakında kazamız mübarek olsun. zaten hasretinden prangalar eskitmiştim ama arkadaşlarımı özlemiştim evet. 402 no lu sınıf ın yeni bölümünü izledim kutlamaya kadar götürecektim sevincimi anlatamam. uykusuz u da çok beğendim artık sandık içi ni okuyacam diye odak uzaklığı ayarlama pozlama falan yapmama gerek kalmadı çok şükür bi de barış uygur adlı şahsı çok takdir ediyorum prensiplerinden dolayı. şu fani dünyada en mutlu insan kim diye sorarsanız bana (aslında bu sorunun muhatabı tanrı olmalı ya bence neyse bi defalık da ben cevap vereyim) kesinlikle rachel ray dir, kadın dünyayı geziyor gezmekle kalmıyor; yerli malları haftası temasına sadık kalarak gittiği yerde ne kadar yerli tat varsa silip süpürüyor olan biz ekran başında sıcaktan buhran geçirmiş bünyelere oluyor onu takdir falan ettiğim de yok ayrıca düpedüz kıskanıyorum. itiraf etmem gereken bir diğer konu ise ben türk dizilerine bayılıyorum bir hatırla sevgili olsun yaprak dökümü olsun, fikrimin ince gülü olsun bunlar ileri üçlüm olacak sonrasında heroes, house ve how i met your mother izleyeceğim önümüzdeki sezon. şimdilik bu kadar pürüpak hanımdan haberlerle yeniden bir arada olmak dileğiyle efendim.

ps: bu da bir zamanlar başarı ile tamamlamış olup fotoğrafladığım puzzle m=)


22 Ağustos 2007

es geht mir ...

*balkonu seviyorum manzara olmasa da yoldan gelip geçenlerle vakit geçirebiliyor insan. ayrica akşam üzeri kitap okumak balkonda ayri bir tat veriyor.

*bazen gözüm bir şeye takıldı mı kafam da takılmıyor değil hani.. mesela tay dili ni gördüm az önce seçeneklerde. tay dili konuşmak nasıl bir duygu acaba?

*jeff buckley nin ölmesi kadar hiçbir müzisyenin ölümüne üzülmeyeceğimi biliyorum artık.

*birilerine bi şeyler ödünç vermek hoşuma gitmiyor, sahip olacağımı bilsem de geri gelmemeleri korkusu var. sanırım bazı şeylere sandığımdan daha çok bağlıyım ve insanların da buna saygı duymaları gerektiğini düşünüyorum.

*yaprak dökümü ndeki fikret le nedense, bir trende rastlaşsak, oturup onla saatlerce ağlayabilirmişim gibi geliyor. başımı omzuna dayamadan, elini tutmadan ama karşılıklı oturacağız sadece biz ağlayacağız ve geri kalanlar susacak.

*saçlarım çok fazla dökülüyor havadandır, sudandır, şampuandandır, bizimki de dökülüyor demek üç adet kel amcaya sahipken çok da rahatlatmıyor inanın.

*puzzle ların parçaları birbirlerini kendi başlarına bulabilselerdi ne vardı sanki?

*bir gençlik dizisinde "sizin hiç babanız öldü mü?" şiirini duymak şaşırtıyor ve üzüyor insanı.

*waffel pişirirken aklıma çengelköy deki çikolata dükkanı geldi. küçücük duvarlarında juliette binoche un fotoğrafları ve çikolatalar arasında chocolate dvd si duran. kışın gidip orda oturup, sıcak çikolata içeceğim siz de buyurmaz mısınız?

9 Ağustos 2007

we suffer every day what is it for

huzuru mu arıyordum ya da dinginliği? belki de ikisinin de adresini sormamalıydım cevap alamayacağımı bildiğim halde. ama inatlaşabiliyor insan kendisiyle zaman zaman bir anlam içermesinden ya da öyle olmasını istediğinden. bi şey bulamayınca da sıkışıp kalıyor. söylemek istiyor ama söyleyemiyor yapmak istiyor ama korkuyor. belki sebepsiz yere ama zaten sebeplerin bağlayıcılığından sıkılmadık mı yeteri kadar o yüzden demiyor muyuz artık sebepsiz yere diye.

"bilmiyorum" her zaman verilmesi çok kolay bir cevaptır benim için. köşeye sıkıştığım almanca derslerinden tutun "ilerde ne olacaksın" saçmalığına, en çok da "neden" le başlayıp sonu gelmek bilmeyen cümlelere. ağzımdan öylesine çıkıp çıkmadığından emin değilim. belki de bilip bilmemek çok önemli değildir benim için. ne görüyorsam o vardır gözümde ya da nasıl olmasını istiyorsam öyle algılıyorumdur. çok mu gereklidir "bir şeyi görememen orada olmadığı anlamına gelmez" gerçeğiyle yüzleştirmek kendini?

sanırım aniden gelip beni bulmasını istiyorum sorduğum adreslerin sessiz sokaklarda yürürken ya da kerim amca ya el salladığımda ya da ayağımın dibindeki bir kediyi okşadığımda. belki gerçekten çok uzaklara gitmeye gerek yoktur hakkaten ve "bilmiyorum" u asla geçiştirmek için kullanmamak gerekir...

31 Temmuz 2007

is it getting better?

herkesin bi kez olsun dinlediği bi şarkı vardır mutlaka. tabi bunun ne önemi vardır. bi şarkının herkes tarafından bilinmesinin bir önemi yoktur müziksever bünyesinde. gerçi en sevdiğiniz grup gözleriniz önünde en sevdiğiniz şarkıyı söykerken bi an için gözleri kapatıp herkesle söyledğinizi hayal etmek insana apayarı bir zevk vermiyor değildir herhalde.

pek konserlerde bu hazzı yaşamamış olsam da kendi çapımda bunun güzel bi deneyim olduğunu kurgulayabilirim sanırım. yağmur yağarken sahnede REM olsa ve


is it getting better or
do you feel the same


dese (gerisini boşverin) bi an için ortak bir payda olmaz mıydık? hadi yine boşverin bunu birine sorsak ve

will it make it easier on you
now you got someone to blame

i eklesek aynı etkiyi yaratır mıydık yoksa göze yaratık olarak mı görünürdük?

ps: sandıktan şarkı çıkarmak gibi oldu ya neyse...

26 Temmuz 2007

i want to ride my bike

başımda kavak yelleri essin artık hayır sıcaklardan bunaldığımdan değil ya da dawson's creek çakmasını izlediğimden değil (ama esinlenme bariz kabul etmek gerek) artık başımda kavak yelleri essin istiyorum şöyle püfür püfür uzun uzun. haytımda hiç kavak ağacı gördüm mü bilmiyorum belki şu botanik kıvamı parkta mevcuttur kendilerinden şahsen bitkilerle aram pek iyi değildir en son yakın temasta bulunduğumda sulamayı unutup kurutmuştum annemin gardenyalarını!! resmen katil muamelesi gördüm hakim bey itirazım var!!

neyse bu konudan konuya alakasız geçişler yapma huyumdan vazgeçsem iyi olacak gibi. hayır benim de kafam karşıyor bazen kurduğum bağlantıları unutup sap gibi kalıyorum ayıp oluyor. neyse sadede gelecek olursak bu kavak yellerinin esmesinden kastım demem odur ki başında kavak yelleri esen bi insan düşlediğimde böyle sırtında çantası ayağında postalı güneş yanığı suratı çil dolu solmuş tişörtlü bay bayan farketmez (ikisine de uyuyor profil çünkü) bir görüntü geliyor saçları dalgalanan rüzgarda. kendimi klasik ifadelerden kurtarmam gerektiğini bazen şiddetle düşünüyor ve arzuluyorum ama kendileri beni bırakmıyor ühühüü)= neyse işte siz anladınız gezelim görelim eğlenelim kaynaşalım özgür olma modlarını. lakin olmuyor işte kavak yelleri esmiyor ha esti esecek derken de bakıyorum ki gereksiz rüzgarlar ya da bilimum hava olayları istila etmiş ya da etmek üzereler. her ne kadar epik fantastik edebiyatı sevsem de ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim efendim diyor ve bu kadar gereksiz bi yazı yazıp üstüne yayınlama pişkinliğini de gösterip selam ediyorum herkese..


bicycle bicycle bicycle
i want to ride my bicycle bicycle bicycle
i want to ride my bicycle
i want to ride my bike
i want to ride my bicycle
i want to ride it where i like
...

17 Temmuz 2007

whispering deeply

in sleep he sang to me, in dreams he came... that voice which calls to me and speaks my name... and do i dream again...

daha güzel hikayeler olmaz en hayalperestini görmüşsem...



15 Temmuz 2007

kuru kuru fasulyeler mutlu mesut aileler

insanın büyümesi ve buna paralel olarak bakışının değişmesi bi şeylere karşı olağanmış olurmuş cidden benim gibi gereksiz bir umursamazlık triplerinde takılmayın. sonra tokat olur çarpar walla. hadi beni tebrik edelim bunu kendi başıma test edip onayladığım için. ne kadar dört köşe bir insanım allah kahretmesin. bunu anlaman da abartacak bi taraf ya da bunu bizlerle paylaşmanda bi halt yok diyebilirsiniz sizi tınmadığımı bilesiniz. kulaklarımı size kapatmış durumdayım. ve şimdi kendi kendime anlatıyorum: her şeyi sil baştan alman gerekecek. (kulağımdan sinead o conor un şarkısı da bi türlü gitmedi topu topu iki kere dinlemiştin oysa adını bile hatırlamıyorum ama melodi baştam sona kulağımda nasıl oluyorsa.) geri dönmek gerekirse ne diyordum evet her şey silbaştan alınmalı şimdi. kitaplar bi daha okunmalı, filmler bi daha izlenmeli hatta şarkılar bunu demek saçma ama bi daha dinlenmeli modu değiştirirerekten. birtakım şeyleri bi daha yaşamak mümkün olamıyor çok şükür elimizden bu kadarı geliyor.



yaramaz bi kız olduğum hep söylenirdi ben küçükken ama yaptıklarımın bi gün hayat dersi kıvamında gecenin ikisinde ortaya çıkacakları tahmin edilemezdi heralde ya da ben etmiyordum şahsen. ne yaptığıma gelince 10 lu yaşlarıma gelmemişken annemin gelenekselleşmiş aile yemeklerinden verdiği bi gündeydik. mutfağı dolduran mis leziz kokularından , tezgahın üzerindeki kuru fasulyelerden etkilendiğim kadar etkilenmemiştim. fasulyelerle oynarken nedendir nasıldır bilemicem taş gibi fasulyelerden 5 tane seçip, pişmiş dumanı tüten kuru fasulyenin içine attım (bi yere bağlayacağım endişeye mahal yok) sofraya oturduk afiyetle herkes yiyordu annem yine konuşturmuştu sanatını, memnun bi ifadeyle yerken o lanet 5 fasulyeden biri ona isabet etti. yüzündeki memnun hümeyravarik ifade bozuldu ister istemez ve bir ev hanımı olarak kurduğu mükellef sofradan duyduğu kendine güven yemekleri sanki bir çırpıda yapmış tuz yerine şeker atmış ve bunla yüzleşmekten korkan bi ruh haline bırakmıştı. tek bir pişmemiş kuru fasulye nasıl da tuzla buz etmişti muntazam yemek tablosunu. fasulyeler başka birine isabet etti mi bilmiyorum ama annem fasulyenin cinsine bağladı bu durumu ((= sanırım başka içine ettiğim yemek de olmadı..hatırlayan varsa beri gelsin.



gördüğünüz üzere gözünüze soka soka anlatayım bu gece bir kuru fasulye de bana isabet etti ve biriktirdiğim onca şey de tuzla buz olmadı tabi ama sanki yeniden gözden geçirilmeleri lazım geldi. bi gün olacak mıydı zaten bu evet kısmet de bu güneymiş.

good night and good luck!..


5 Temmuz 2007

new beginnings versus common feelings and willings

sıcak bi yaz günü..

ekran karşısında oturuyorum. sol tarafımdan gerçekten ılık bir rüzgar vuruyor. serinletici bir etkisi de mevcut tabi. yapacak hiçbir şeyim yok. aslında seçenekler yok değil. üçüncü yazlarını yaşayan kitapları bitirmek, puzzle ı tamamlamak, yarıda kalmış filmleri izlemek, bir şeyler çiziktirmek falan filan. ama inanın birini bile yapmak gelmiyor içimden.

beni bu sıcaklar mahvediyor..

ben de mevsimlerle birlikte değişiyorum efendim. kışın kasvetine inat hareketli bir yapım oluyor kolay sıkılmıyorum, boş oturmaktan bile zevk alıyorum ama ya yazları derseniz üstteki paragrafta yeterince açıklığa kavuşturdum sanırım bunu.

karşı konulamayan gölgede tavla oynama isteği..

eğer şimdi dünya üzerindeki tek arzum sorulsaydı gölgede tavlayla beraber demlenmiş muhabbet olurdu kendisi. insan içine çıkmayan a sınıf sosyal bir insan isteği gibi dursa de herkes kendi görmek istediğini görür efendim. bunu da bu gün öğrendim. öğrenmenin yeri ve zamanı yok işte((=

bu gün fonda çalması gereken şarkı kesinlikle once-pearl jam

once

yeah...once, once...yeah, yeah...
yeah...yeah, yeah...yeah, yeah...oww