18 Mart 2010

keep livin'

aslında another friday nite bites diye bir başlık atasım vardı ama henüz (h)erken. bir zamanlar sesli harfle başlayan kelimelerin önüne (H) getirerek şarkı söyleyen bir gülben ergen vardı, şimdi yılmaz erdoğanın yengesi oldu, bilir misiniz? peki ne için, neden erken onu bilir misiniz?

ben televizyon alışkanlıklarından utanmayan bir tc vatandaşı olduğumdan hemen dile geleyim ben "vampire diaries"in müptelası oldum arkadaş, ian somerhalder adlı insanüstü varlığı görmeden geceleri gözlerime uyku haram oluyor, çılgıncasına google'ı bu adamın ismini yazarak darlıyor, her an nerde ne yapmış öğrenmek istiyorum, aynı pozunu 47. kez görüyor ama bakmaktan kendimi alamıyorum. hayır ne zaman kendimi, içinde vampir olan bir materyalden uzak tutan bir yetişkin moduna geçeceğimi gaflet ve dalalet içinde merak ediyorum, böyle ergen ergen vampirik triplerde gez toz dolaş nereye kadar?

şimdi farkettim de bu "ergen ergen" dediğim triple, gülben ergen arasında bilinçaltımın kurduğu gizli bir bağ olabilir. aslında benim bu saatlerde bir ses kaydını deşifre etmem gerekir ama ben bilinçaltımı deşifre peşine düşüyorum HEYHAT. ama hakkım da var gibi değil mi, sen sayın okuyucu? gülben ergen'de anaç tavuk kisvesi altında dadı'daki hikirik kikirik halleriyle gerçek bir ergen potansiyeli taşımıyor mu? taşıyor diyelim ve yeni paragrafta görüşelim.

bu gün telefonuma -turkcell de dahil olmak üzere-  7 farklı kişiden mesaj gelince kendimi sosyal biri gibi hissettim blog. üstelik bayram değil seyran değildi ama evet çanakkale şehitlerini anma günüydü bu gün. neyseki mesajların konsepti günün anlam ve öneminden fersah fersah uzakta seyrettiği için hala sosyal bir insan gibi davranabilir  ve yapmam gereken işleri tembelliğimden değil de sosyalliğimden erteliyormuş gibi yapabilirdim.

lakin saatler 21:03'ü gösterirken blog yazarınız, hayatın mutlu sinema sahneleri klişelerinden ibaret olmadığını 6 yaşındayken keşfettiğini hatırlar ve bunu kafasına sokan "gülüşün ve unutuşun kitabı" -milen kundera'yı neden okumakta ısrar ettiğini anlamaz.

ps: muazzez ersoy demişki benim gibi birini bulsam ona tüm birikimimi aktarcam, ben altoyum, alto birini arıyorum, söz nostalji 36-37-38'i o söyleyecek demiş. (kişisel yorumumu kattığım yerin barizliği beni benden alıyor bazen)

cheers.

10 Mart 2010

friday nite bites

kendime yeni bir vampir-teen-slash dizisi bulduğu için an itibariyle lise günlerine dönüş yapmış bulunmaktayım.  the vampire diaries bu alandaki şimdilik kıytırık ve iffetli vampirlerle dolu twilighttan biraz hallice gibi olsa da izlemek için birebir benim için ha tavsiye etmiyorum o ayrı zaten twilight okumaktan da geri kalmamış idim.

ama söz konusu vampir edebiyatı ve türevleri olunca biraz engin zevklere de sahibim dolayısıyla bu konuda tek geçtiklerim

1. Anne Rice- vampir romanı dediğin bunun yazdıkları gibi olur. gerisi teferruat diyeyim de facebook grubu gibi göz kırpayım.

2. Dracula- by Ford Coppola ki bence bu filmin bu türde farklı bir yeri var Gary Oldman biraz ağlak bir Dracula olsa da izlerken  Dracula -beni al, onu alma, durma geçir dişlerini boynuma- gibi bir halet-i ruhiyeye giriyorsunuz ya da bende fazla Gary Oldman hayranlığı var bilemedim şimdi.

3. Vampire Knight- ilk başta saçma sapan bir anime gibi görünse de vampirlerin taşlığı ve hikayenin sonradan açılmasıyla sardırıyor evet.

4. Bela Lugosi'yi unutmadım elbet her ne kadar ilk olarak ed wood'la tanısam da kendini heralde bu kadar asil bir Dracula daha geçmeyecektir beyaz perdeden, en korktuğum dracula olsa da zaman zaman  kendisini centilmenlik bakımından vampirlerin rutkay aziz'i  olarak görsem de kendisini, apayrıdır candır evet.

6 Mart 2010

dünya bir tiyatro sahnesidir ama roller kötü dağıtılmıştır*

hafta sonlarını sevmeyen ama her fırsatta da bunu dile getirmekten yılmayan güruhtan olmak zaman zaman içimi burkuyor evet. hayatı loopa alınmış biri olarak her defasında yeni bir şeylerle karşınıza çıkamam değil mi? hayır hafta sonlarında haz etmiyorum da pazartesilere tam adapte olmuş beyaz yaka kısmından mıyım? ermeni soykırımına hayır diyenlerin gücündeki bir HAYIR'ı burada dillendiriyoruz. evet çaktırmadan gündeme de sızma peşindeyim, neden olmasın. naçiz görüşlerimi, gözünüzün ucu, parmağınızın tıkıyla okuyorsunuz ya, iki kelamı etmeyi düşesice çeneme oturtayım hemen. ille de teknoloji, ille de döküman diye beynimize zerk edilmiş ve ilmini sündürdüğümüz "batı" nın aslında herhangi ciddi ve tarihe not düşülecek bir konsültasyon olmadan, genocide, genocide diye tutturmaları bana tutarsızlığın usain bolt'u gibi geliyor. ermeni soykırımı olmuş olmamış çok da umrumda değil afedersiniz sade bir vatandaş olarak, ne ateşli bir milliyetçi ne de vicdani retçiyim. sadece bu konuda esaslı bir çalışma olmadan, kanıt olmadan her iki tarafa da inanmama eğilimindeyim, olan biteni de uluslararası ince hesaplar olarak nitelendirmekteyim. uzman görüşüm budur. ama olan bitene de "komedi, rezalet" diyerekten götüyle yaklaşan halkıma "lobicilik" denen faaliyetin, otel lobilerinde viski içip gelen gideni kesen birtakım ceketli adamlara has bir iş olmadığını beyan eder, mesut günler dilerim.



*: Oscar Wilde

.
.
.

1 Mart 2010

yes dear

blog ziyaretçileri arasında SOUTH AFRICA' dan da birini gördüm ya ÇOK ŞÜKÜR!!!
world is a small place, as we all experience.