11 Aralık 2009

mevzuubahis

dün akşam habertürkte mehmet altan'lı bir tartışma programının birazına nail oldum. gündem tabiki kürt açılımı, 7 şehit ve dakika dakika güncellenen bursadaki maden göçüğüydü. laf akpnin kürt açılımını devam ettirip ettirmemesi gerektiğine geldi. sayın her şeye muhalefet baykal'ın metafor bezeli, bu iş hıyanet halini almıştır sözleri ve programın hemen sokaktaki nabzı ölçelim kısmı oldukça düşündürücü idi. baykal üzerinde düşünmeye gerek yok, ama sokaktaki herkes üzerinde düşünülmeli bence.


bjk atkılı bir kız, akpnin ülkeyi en başından itibaren kandırdığından girip, bu açılıma bir son verilmesini istiyordu. ardından kürtlerle diyaloga girilmesini, oturup anlaşılmasını, sorunların çözülmesi gerektiğine inanıyordu. bu elzem çift kişilikli fikirlerle donatılmış kızı anlayan varsa, beri gelsin.

bir genç ise, bu ülkede herkese ortak haklar verildiğini belirtip, bunlar nasıl herkes tarafından benimseniyorsa, kürt sorunu, doğu sorunu olarak görülmemeli, herkes tarafından ortak bi sorun olarak algılanmalı ve çözüm yollarına gidilmeli diyordu.

başka bir genç ise, son 7 şehidi anıp, insanların ölmesi, hangi taraftan olduğu farketmez bu sorunu çözmüyor aksine can almaya devam ediyor, dün ben de arkadaşımı askere uğurladım, yarın o da ölebilir, bir başka gün ben de ölebilirim. ama bunun kimseye faydası olmuyor diyerek sözlerini noktaladı.


son günlerde pkk tarafından yapılan eylemlerin iki toplum arasında gerilimi artırmaktan başka bir amacı olmadığı ortada. açılıma en sıcak yaklaşan insanların bile serviste yanarak ölen serap'ı okuduklarında, vicdani öfkelerine kayıtsız kalamayarak acaba dedikleri doğru. açılımın doğru eksenler üzerine oturtulduğu da tartışmalı. ancak bu durumu salt bize özgü zannedip, bize özgü bir sonuca varmayan çözümlerle gelmek ya da çözüme giden her eli baltalamak olmuyor. dünyada farklı etnik grupların yaşadığı her yerde böyle sorunlar var. illa emsal aranıyorsa ispanya-eta, irlanda-ira ve sonuçlarını googlelayınız diyorum.


son olarak, birlik ve beraberlik içersinde yaşayan, yeri geldiğinde birbirine kenetlenen bir toplum olduğumuza inanmıyorum. biz birlik ve beraberlikten öte, YAYILMACI bir toplumuz. bu sadece, şimdiye kadar gördüğümüz tarih derslerinden çıkardığım bir varsayım değil. yayılmacı bir toplumuz her anda, bize neresi işaret edilse bu ister bir sorun, ister bir mekan olsun hemen yayılmacı politikalarımıza başlıyoruz. sanıyoruz ki biz yayıldıkça sorunlar ortadan kalkıyor, çünkü herkes bizi benimser ve ister hale geliyor. önce kendi kendimizi asimile ettiğimizden herkes için de ya bizdendir ya da bizim gibi olmalı diyoruz. gerçekten hangi gezegenden geliyoruz acaba? bu kendimize özgü yayılmacılığımızın, kelimenin bir de yan anlamından kaynaklanan bir boyutu var ki, madalyonun bir yüzünü oluşturmakta. biz her şeyimizi bir yayma, bir baştan savma yapma tutumu içersindeyiz. ciddi değiliz bir kere, bazı şeyler bu yaymacılığımızdan kemikleşmiş hale geldiğinde olması gereken de bu değil mi sanki dercesine bir havaya giriyoruz. neye mi dayanarak söylüyorum, bu kürt meselesi milli hislerimizi bir türkiyenin brezilyaya attığı goller kadar işgal edemiyordu. demek istediğimi yanlış anlamayın, basından değil kendimizden söz ediyorum bu soruna verdiğimiz değerden, kendi duyarlılığımızdan. duyarlılıktan kasıt şehitlerin kanları üzerinden yapılan tiratlar, gaza gelmeler değil. bülent ersoy'un oğlum olsa askere göndermem demesine karşın, harekete geçen milli zaaflar değil.

milli zaaflarımızın üstesinden gelebilirsek, bu mesele çözülebilir. daha fazla kimsenin ölmesine gerek kalmayabilir. sadece bizim milli zaaflarımızdan vazgeçmemiz yeterli değil karşı tarafın da aynı hassasiyet ve sorumluluğu taşıması gerekir, terör örgütüne prim yaptırmak, ele taş, sopa almak nefretlerimizi pekiştirir sadece. kürt sorunu baş gösterdiğinden itibaren ilk defa bir hükümetin buna yaklaşımı, bu sorunu kanla bir daha yıkayalım şeklinde değil. ister kürt olun, ister türk beğenirsiniz beğenmezsiniz, bu konuda kansız bir çözüm olarak atılmış bir adım var. niteliği tartışılabilir elbette ama görmezden gelinemez, görmezden gelemeyiz. çünkü yaşadığımız coğrafya buna müsait değil, ersin hoca'nın dediği gibi kabul edelim ki dedelerimiz ve onların dedeleri yerleşmek için dünyanın en kötü bölgesini seçmişler dört bir yanı etnik kökenlere, dine, ideolojiye bağlı sorunlarla çevrili bakınız balkanlar, kafkasya, orta doğu ve kendi içimiz.

2 yorum:

  1. her insan ve her toplum biraz hastadır. bizimkisi sanki 'gerçekliğiyle' yüzleşmek istememek, yapamamak gibi birşey. o kadar yorgun, zayıf, ve meşgulüz ki, sorunlarımızla ilgilen(e)miyoruz, erteleyip duruyoruz. ya dalgaya alıyoruz halimizi ya 'özünde biz iyiyiz ama neden bunlar başımıza geliyor bir türlü akıl erdiremedik' modunda aptalı oyunuyoruz ya da suçu içimizden birilerine veya dışarıdakilere atıp duruyoruz. toplumsal aklımızı kaybetme noktasındayız; bu aslında düpedüz bir 'kimlik krizi'. ya ani bir şokla ya da zamanla bu sorun üzerine daha adamakıllı düşünmedikçe bu böyle gider maalesef. malum dostoyevsky romanları batağa saplanmış kahramanın sonunda kendine dönüp kendini sorgulaması ve ruhi bir aydınlanmaya, yükselişe geçmesiyle son bulur. umarım sonumuz böyle olur. alternatifi ise kahramanın intiharıyla biten hikayeler. seçim bizim elimizde..

    YanıtlaSil
  2. seerauber,
    söylediklerinize katılmakla beraber kastettiğiniz şokun çoktan gerçekleştiğine ya da zamanın çoktan geldiğini ve geçmekte olduğuna inanıyorum. ve umarım hikayemiz arzu ettiğimiz son ile, dostyesky'nin eserleri kadar uzun değildir. (umut verici bir smayli koyamamanın hüznü)

    YanıtlaSil