20 Şubat 2014

buhran

burada günler çoğalıyor ve bildiğiniz üzere hayat akıp gidiyor. bu bloga başladığımda binbir umut ve hayalle başladığı üniversite hayatında birinci yılını tamamlamış, mesut bir gençtim. bir sürü yeni insan tanımış, sosyalleşmiş, kültürel aktivitelerde tavan yapmış, hatta bir parça işaret dili bile öğrenebilmiş, bir sonuca gitmesede sevilmiş ve sevmiştim. lisede gözlüklü bir ergen olarak tadamadığım küçük mutluluklar silsilesini bir anda tatmaktan adeta zafer sarhoşuydum 2007 senesinin o yazında. 

en son hatırladığım umut dolu yaz da o oldu benim için.  ondan önceki 2006 yazı da güzeldi, çünkü çok iyi bir üniversiteyi burslu olarak kazanmıştım (bir tıp değil şimdi diyenler çarpılır bak). sonraki hiçbir yaz o kadar güzel olmadı çünkü ondan sonra gelecek hiçbir yaza ben hayallerimi taşıyamadım. bir şeyler ters gitti ve bir şeyler de hep eksildi benden. çünkü attığım hiçbir adım beni götürmesini umduğum yere götürmüyordu ben yeteri kadar çabalamıyordum evet, fakat o çaba için gerekli olan her motivasyon kaynağını da harcıyordum bir yandan. başta kötü giden akademik hayatımı yükselişe geçirmeye başarmış ama hedeflerim büyümesi gerektiği yerde git gide küçülerek belirsiz bir hal almıştı. arkadaş çevrem git gide daralmış, sosyallik 0lanmıştı. tuhaf bir insan olmuştum değil ne yapacağımı ne istediğimi bile bilmiyordum. her seçeneğe neden? ile başlıyor ama altını bir türlü dolduramıyordum. 

derken son dönemimde erasmusa giderek akademik hayata bir nokta koydum ve mezun oldum. memlekete tekrar döndüğümde şaşkındım, yatağım bile yerden çok yüksek geliyordu, sokaktan gelen gürültüye uyanıyordum ve lanet olsun ki ingiltere'nin yağmuru bol havasından haziranın ortasında nemli yapış yapış istanbul'un göbeğine düşmüştüm. ha bir de boşluğa. onu atlamayayım lütfen. kendimi kariyer.net ve yenibirisbul sayfalarında yeniden bulmaya karar vermiştim. okul etiketim sayesinde her başvurudan olumlu geri dönüş alıyor ama yanlış kulvarda ekmeğimi aradığımı biliyordum, bir noktadan sonra işverenler de biliyordu. sonra başladım iş hayatına. alakasız iki işi art arda sıraladım. yine tatminsiz yine huysuzdum. derken bir ilan gördüm yüksek lisansa başladım.  iyi olmanın yanı sıra ilginç ve keyifli bir program. tam geleceğimi çizdim ne yapacağımı buldum derken maddiyat girdi işin içine. 2 yıldır kesesini her ay sonunda doldurmaya alışkın bünyeye, yol ayrımı kararını vereceğim zaman yaklaştıkça, işi geride bırakmak zor gelmeye başladı. bu saatten sonra kesemi aileden dolduramayacak kadar mağrur, hemen iş bulamayacağım gerçeğiyle hemen yüzleşecek kadar da mantıklıydım (zaman, akademik mevzular ve iş dünyasının halleri sebebiyle).

ve kahretsin ki iki hafta önce ilham verici biriyle tanıştım sağlıktan sebeplerle. bir insanın işinde ne kadar iyi olabileceğini, ne kadar çok insanın hayatını değiştirebileceğini gördüm. görmekle kalmayıp bir de gıpta ile baktım. karşımda 50 yaşını geçmiş verimli bir ağaç dururken ben çok iyi meyve vereceğine kesin  gözüyle bakılıp, güneşe, suya ve verimli bir toprağa karşı kuruyan fidan gibiydim. neden böyleydi? herkes adının önüne sonuna gerek mesleki gerek hayati sıfatları sıralarken, ve gerçekten bir dikiş tutturmuşken ben neden hep ne halt yiyeceğimi kara kara düşünmek ince ince hesaplamak zorundaydım? neden yeni bir sıfat edinemiyor ya da var olan sıfatlarımı kabullenmiyordum? yoksa sıfatıma tükürmek mi istiyordum? bilmiyorum. 

bu göz yoran yazı çok manasız gelebilir. lüzumsuz da. ama ben iyimserliği karamsarlığını yiyebilen  bir insan olduğu kadar, hatta daha çok, karamsarlığı iyimserliği üzerinden silindir gibi de geçen bir insanım. adımı memnun kaygısız olarak değiştirip, dükkan önüne iskemle atıp gelen geçene öylece bakmak istiyorum bazen, bazen çok, bazen şimdi. bir de geriye hiç bakmamak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder