24 Kasım 2016

Kasım 2013

şu an saat 16:40 ve İstanbul'da güneş batıyor. güneşin kızıllığı çarprazımdaki birim müdürünün odasının duvarını boyuyor. gökyüzü gri. ama ben florasan ışığı altındayım. şu an dışarda olmayı çok isterdim. pekçok kitap sayfasının satırlarında betimlenen yalnız ve düşünen insan yürüyüşünü gerçekleştirmek isterdim. ama masam ve tekerlekli sandalye arasında, günü bitirmeyi bekliyorum.

yarın okula gideceğim okumam gerekenler ve yazmam gereken makalelerin sorumluluklarını bir kupa kahve ya da çay ile üstlenmeye çalışıyorum. ama gözüm nedense hep dışarda oluyor. yapacak hiçbir işi yokken yorgan altında film izlemek ya da kitap okumak dışında (yemek, uyumak gibi hayati ihtiyaçlarım hariç) bir şeyi yapmayı reddeden bünyem,  ne zaman işim gücüm olsa gidilecek film, gezilecek mekan arıyor. ama ilkokuldan kalma ödevini yapmayan çocuğun oyun oynarken/çizgi film izlerken taşıdığı suçluluk duygusu hala peşimi bırakmış değil. bazı alışkanlıklar insanı hiç terketmiyor resmen.

ilkokuldayken bulunduğumuz mevsimi anlatan bir resim çizmemiz istenmişti ve ben sonbaharı çizmiştim. bir kadın güzel bir caddede yürüyordu. kadını tam doksanlar modasına uygun olarak uzun desenli etek, tek omuza takılan çanta ve permalı saçlarla çizmiştim. caddenin üzerinde bir sürü dükkan da çizmiştim, manav cafe vs. manavdaki her sebzeyi çok ayrıntılı bir şekilde zamanın fiyat politikasını göz ardı etmeyen etiketler koyarak çizdiğimi hatırlıyorum. çünkü ben 8 yıl boyunca okula gidip gelirken her cuma günü semt pazarından geçmek zorunda kalır ve doksanların acımasız enflasyonunun gülümsemesini sildiği yüzlere şahit olurdum :PPP ta bi bir de inceden çiselen yağmuru ve kaldırımlar üzerindeki yaprakları ihmal etmemiştim. sonbahar deyince aklıma hep bu resim gelir ve neden bu kadar uğraşmak yerine koca bir lahana çizmediğime hayıflanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder